Son İletiler

#91
Eğitim Öğretim / Şu Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:52:00
Bu destanda Şu adlı Saka hükümdarının Make­donya hükümdarı iskenderle yaptığı savaşlar anla­tılır. Destanla ilgili bilgileri Divan-ı Lügatit Türk'ten alıyoruz. Şu Destanın aslı elimizde değildir. Hükümdar Şu'nun M.Ö. 4.yüzyılda yaşadığı sanılmaktadır.
Şu destanı M.Ö. 330-327 yıllarındaki olaylarla alakalıdır. Bu tarihte Makedonyalı İskender, İran'ı ve Türkistan'a saldırmıştı. Bu dönemde Saka ( İskit ) hükümdarının adı Şu idi. Bu Destan Türklerin İskender'le mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatmaktadır. Doğuya çekilmeyen 22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebeb açıklayıcı bir efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud Divan ü Lügat-it Türk'de İskender'den Zülkarneyn olarak bahsetmektedir. Destanın tesbit edilebilen kısa metni şöyle özetlenebilir:
İskender, Türk memleketlerini almak üzere saldırdığında Türkistan'da hükümdar Şu isminde bir gençti. İskender'in gelip geçici bir akın düzenlediğine inanıyordu. Bu sebeble de İskender'le savaşmak yerine doğuya çekilmeği uygun bulmuştu. İskender'in yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar.
Giden gurubun izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye: "Erler İskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer , o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç" dediler. Bekle , eğlen, dur anlamına gelen "Kalaç" bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı oldu. İskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk'e benziyor anlamında " Türk maned " dedi. Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve isimleri de İskender'in yukarıdaki sözünden ortaya çıkmıştır.
Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ancak Kalaçlar kendilerini ayrı bir boy olarak kabul ederler. Hükümdar Şu Uygurların yanına gitti. Uygurlar gece baskını yaparak İskender'in öncülerini bozguna uğrattılar. Sonra iskender ile Şu barıştılar. İskender Uygur şehirlerini yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar şu da Balasagun'a dönerek bugün Şu denilen şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu.
Bugün de leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi hâlâ sürmektedir. Bu destana göre İskender Türkistan'a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya çekilmişlerdi. İskender Türkistan'da mukavemetle karşılaşmamış bu sebeple de ilerlememiştir. Çoğunlukla çadırlarda yaşayan Türkler İskender'in seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir.
#92
Eğitim Öğretim / Yaratılış Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:51:08
Yakut'lardan (Saka) derlenen yaradılış efsaneleri de Altay yardılış destanının yakın varyantı olarak algılanmaktadır
Yer ve gökyüzü, hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada hiç durmadan uçuyordu.
Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen'e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi.
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım Bunun çaresi nedir, nasıl yaratayım Su içinde yaşayan Ak Ana, su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen'e şöyle dedi:
Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren De ki hep," yaptım oldu " başka bir şey söyleme. Hele yaratır iken,"yaptım olmadı" deme. Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu.
Tanrı Ülgen'in kulağından bu buyruk hiç gitmedi. İnsana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
"Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz."
Tanrı Ülgen yere bakarak : " Yaratılsın yer!" Göğe bakarak "Yaratılsın Gök!" Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış.
Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş. Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandışire'ye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeyen büyük Altın Dağın başına geçip oturmuş.
Dünya altı günde yaratılmıştı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmıştı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşten başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı.
Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü" insanoğlu bu olsun, insana olsun baba." dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana "Erlik" adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik'in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi. Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan olan yedi insan yarattı.
Erlik'in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi. Tanrı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tere'yi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı. .
#93
Eğitim Öğretim / Alp Er Tunga Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:50:35
Bu destanda Saka hakanı Alp Er Tunga'nın İranlılarla yaptığı savaşlar anlatılır. Bu konudaki bilgiler, Firdevsi'nin Şehnamesine dayanmaktadır. Yusuf Has Hacip'in Kutadgu Biligadlı yapıtında bu kahramanla ilgili beyitler bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lügatit Türk adlı yapıtında da kahramanla ilgili sagu vardır. Alp Er Tunga Destanı'nın tümü elimiz­de yoktur.
Alp Er Tunga'nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev 'in davetinde hile ile öldürülmüştür.
Alp Er Tonga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot'ta Madyes, iran ve islâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır. Orhun Yazıtlarında "Dokuz Oğuzlar" arasında "Er Tunga" adına yapılan "yuğ" merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan "Bezegelik" mabedinin duvarında da Alp Er Tunga'nın kanlı resmi bulunmaktadır. "Divan ü Lügat-it Türk" ün yazarı Kaşgarlı Mahmud'a ve " Kutadgu Bilig" yazarı Yusuf Has Hacip'e göre "Alp Er Tunga" iran destanı "şehname" deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı "Efrasiyab"dır.
Firdevsî'nin Şehnamesi'nde uzunca bir yer verilen Afrâsyâb'ın aslında Alp Er Tunga olduğunu, Kutadgu Bilig'in şu mısralarından anlıyoruz:
Bu Türk beğlerinde adı belgülügTunga Al Er irdi kutı belgülügBedük bilgi birle öküş erdemiBiliglig ukuşlug budun ködremiTajikler ayur ânı AfrâsyâbBu Afrâsyâb tutdı iller talabTajikler bitimiş bitigde mumBitigde yok erse kim ukgay ânı?
(Bu Türk beğleri içinde adı belli, kut'u belli Alp Er Tunga, büyük ve erdemli bir hükümdardır. Çok bilgili, meziyetli bir büyüktür. Tajikler (İranlılar) ona Afrâsyâb diyorlar. Bu Afrâsyâb, baskın ve yağmalarla illeri (dünyayı) tuttu. Tajikler bunu kitapta yazmışlar. Kitapta yok olsaydı bunu kim anlardı?)
Şecere-i Terakime'ye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Rusların Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olabilecektir. Tarihçi Mesudî de M.S.7. yüzyılın başındaki Köktürk hakanının "Efrasyab" soyundan olduğunu yazmaktadır.
Alp Er Tunga destanının metni bu güne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de
Alp Er Tunga sagusu (ağıtı) tespit edilmiştir:
Alp Er Tunga öldi mü?Isız ajun kaldı mu?Ödlek öçin aldı mu?Emdi yürek yırtılur.
(Günümüz Türkçesi)
Alp Er Tunga Öldü müDünya sahipsiz kaldı mıKorkak öcünü aldı mıŞimdi yürek yırtılır
Ödlek yarağı içine aldun mi?Oğrun tuzağ uzattıBegler begin azıttıKaçsa kah kurtulur?
Begler atın urgurupKadgu anı turgurupMengzi yüzi sargarup.Korkum angar türtülür.
Uluşıp eren börleyü'Yırtıp yaka urlayuSıkrıp üni yırlayuSığtap közi örtülür.
Könglüm için ötedi.Yitmiş yaşıg kartadıKiçmiş ödig irtediTün kün kiçip irtelür
Felek yarar gözettiGizli tuzak uzattıBeylerbeyini kaptıKaçsa nasıl kurtulur
Erler kurt gibi uludularHıçkırıp yaka yırttılarAcı seslerle bağırdılarAğlamaktan gözleri kapandı
Beğler atlarını yordularKaygı onları durdurduBenizleri yüzleri sarardıSafran sürülmüş gibi oldular
Kutadgu Bilig'de "Alp Er Tunga" hakkında şu bilgi verilir: "Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı
Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur".
İranlılar ona Efrasiyap diyorlar; bu Efrasiyap akınlar hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akıl ve bilgi gerekir. İranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir. Kitapta olmasa onu kim tanırdı." Bugünkü bilgilerimize göre
Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi İran destanı şehname'de tesbit edilmiştir.
#94
Eğitim Öğretim / Oğuz Kağan Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:50:04
Uygur harfleriyle yazılı olan Özgün nüshası Paris kütüphanesîndedir. Bu destanlarda Hun Hükümdarı Me­te'nin doğuşu, kağan oluşu, Türk birliğini kuruşu; ölümünden önce de ülkesini oğulları arasında paylaştırışı anlatılır. Ebul Gazi Bahadır Han'ın Secere-i Terakime'sinde Hun-Oğuz destanıyla (Mete Destanı) ilgili bölümler bulunmakta­dır. Uygur harfleriyle yazılı olan özgün nüshası Paris kütüphanesindedir.
Oğuz Kağan destanı, M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapan Hun hükümdarı Mete'nin hayatı üzerine kurulmuştur. Tüm
Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşamamıştır.
Bugün, elimizde
Oğuz destanının üç farklı biçimi bulunmaktadır.
XIII ile XVI yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve islâmiyetten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir.
XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn'in Câmi üt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça
Oğuz Kağan Destanı İslâmi varyantların ilkini temsil etmektedir.
Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebü'l-Gazî Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır.
Oğuz Kağan Destanının İslâmiyet Öncesi Rivayeti Ay Kağan'ın yüzü gök , ağzı ateş, gözleri elâ ,saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir erkek evladı oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et ,çorba ve şarap istedi. Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü.
Ayakları öküz ayağı , beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz'un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı.
Günlerden bir gün bu gergedanı avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın barsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti.
Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrıya yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce gök tanrı da gülüyor, kız ağlayınca gök tanrı da ağlıyordu. Oğuz bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi.
Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler.
Oğuz ormanda ava çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu kıza aşık oldu ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuz'un bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular.
Oğuz Kağan büyük bir toy(şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Çeşit çeşit yemekler,şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler. Toydan sonra Beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:
Ben sizlere kağan oldum
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan
Bozkurt olsun bize uran
Av yerinde yürüsün kulan
Daha deniz, daha müren
Güneş bayrak gök kurıkan
Oğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu mektubu gönderdi:" Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman bilirim. Onunla savaşır ve yok ettiririm".
Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan'a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezdi. Oğuz Kağan'ın isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle birlikte Urum Kağana doğru yürüdü. Kırk gün sonra Buz Dağın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi bir ışık girdi .O ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: " Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim."dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu.
Urum Hanın ordusu ile Oğuz Kağanın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Hanın hanlığını ve halkını aldı. Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek itil ırmağına geldiler. Oğuz Kağan'ın beylerinden Uluğ Ordu bey itil ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz'un bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Bey'e "Kıpçak" adını verdi.
Gök tüylü gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan'ın çok sevdiği alaca atı Buz Dağa kaçtı. Oğuz Kağanın çok üzüldüğünü gören kahraman beylerinden biri Buz Dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi. Atını getiren bu beye: " Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun." dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağana boyun eğmeyince büyük savaş başladı. Oğuz Kağan, Çürçet Kağını yendi ve halkını kendisine bağladı.
Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök yeleli erkek kurdla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı ve ülkesine kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet ve atla birlikte evine döndü.
Günlerden bir gün Oğuz Kağanın tecrübeli bilge veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu evlatları arasında paylaştırdı.
#95
Eğitim Öğretim / Ergenekon Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:49:33
Savaşta yenilen Türkler Ergenekon adlı bir böl­geye yerleşip burada dört yüz yıl yaşadılar. Za­manla buraya sığmaz olunca, çevrelerindeki demir­den dağı eriterek kendilerine yol aramışlardır.
Moğol ilinde Oğuz Kağan soyundan il Han'ın hükümranlığı sırasında Tatar Türklerinin hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş ilan etti. ilhan'ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak bozguna uğrattı. ilhanın ülkesindeki tüm insanları öldürdüler. Yalnız il Han'ınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kurtulmayı başardılar. Düşman askerlerinin, onları bulamayacağı bir yere kaçmaya karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular,pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında "Ergene" kelimesiyle "dik" anlamındaki "Kon" kelimesini birleştirerek "Ergenekon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz'ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki Ergenekon'a sığmadılar. Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu. Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar.
Bir demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İlhan'ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski vatanlarına döndü, atalarının intikamını aldılar.
Ergenekon'dan çıktıkları gün olan 21 Mart'ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyup döverler.
Ergenekon Destanı için bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.
#96
Eğitim Öğretim / Bozkurt Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:48:35
Bu destandaki söylenceye göre Türkler bir sa­vaşta yenilirler. Tek, yaralı bir Türk kalır. Bu genç bir Bozkurt tarafından kurtarılır. Beslenip büyütülür. Daha sonra da Göktürkler bu dişi kurttan yeniden türerler. Bu destanla ilgili bilgiler Çin kaynaklarından bize ulaşmıştır.
Bozkurt Destanı'nda da belirttildiği gibi, Türkler Tengri'nin göndermiş olduğu bir dişi bozkurt ile ilk Türk'ün soyundan geldiklerine inanıyorlardı.
Bozkurt'un Türklerin ulusal sembolü olmasının bir nedeni de Bozkurt'un her zaman özgür olmasıdır. Türkler özgürlüğe çok önem verdikleri için, kendilerini Bozkurt ile özleştirmişlerdir.
Türklerin tarihte Bozkurt'u her zaman kutsal saydıklarını görebiliyoruz. Zira Kök Türklerin bayrağı mavi rengin (mavi, Kök Tengri'yi temsil etmektedir) üzerinde Bozkurt başıydı. Ayrıca, bugünkü Türk Dünyası'ndaki bazı özerk cumhuriyetler de bayraklarında Bozkurt'u kullanmaktadırlar.
Bozkurt, bugün Türk milliyetçiliğinin sembolüdür.
Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı'nın bir parçasıdır ve Göktürkler çağını konu alır. Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır. Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı'nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Destanı'nın devamı, Ergenekon Destanı'dır.
#97
Eğitim Öğretim / Türeyiş Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:48:08
Uygur hakanı kızlarını insanlarla evlendirmeye kıyamaz. Tanrı'ya kızlarıyla evlenmesi için yalvarır. Tanrı da kurt suretinde görünerek hakanın kızlarıyla evlenir. Bu evlilikten "Dokuz Oğuz" ve "On Uygur" boyları oluşmuştur.
Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini sanıyordu. Bu sebeple ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla evlenmek üzere buraya getirdi.
Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğunu sanarak kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi. Göç Destanı Uygurların yurdunda "Hulin" isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki nehir çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilâhi bir ışık indi. iki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu.
Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşları bitirmek için Oğlu Galı Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeye karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin'e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.
Buraya kadar kısaca tanıtmaya çalıştığımız Türklerin ilk dönem edebî eserleri olan
Türeyiş Destanı, Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı, Oğuz Kağan Destanı, Şu Destanı, Alp Er Tunga Destanı, Yaradılış Destanı  bugünkü bütün Türk Cumhuriyet ve boylarının ortak destanları olarak kabul edilmektedir.
Muhtemelen XV. yüzyılda yazıya geçirildiği kabul edilen "
Dede Korkut hikayeleri"nin Hun-Oğuz Destan dairesinden ayrılmış destan parçası olduğu görüşü oldukça yaygındır.
Dede Korkut Hikâyeleri ve bu hikayelerin hem anlatıcısı hem de kahramanlarından biri olan Dede Korkut bütün Türk dünyasında tanınan sözlü ve yazılı gelenekte yaşatılan önemli eserlerden biridir. Türklerin X. yüzyılda büyük kitleler halinde islâmiyeti kabul etmelerinden ve Oğuzların büyük bir bölümünün batıya bugünkü Anadolu topraklarına göçmelerinden sonra gerek Orta Asyada gerek Anadolu , Balkanlar ve Orta Doğuda, Türkler farklı siyasî birlikler içinde yaşamışlardır. X. yüzyıldan sonra teşekkül eden destanlardan Köroğlu dışındakiler Türk topluluk ve guruplarının iletişimleri ölçüsünde yaygınlaşmıştır.
Köroğlu destanı XVI. yüzyılda Anadolu'da teşekkül etmiş ve hemen hemen bütün Türk dünyası tarafından benimsenmiş ve çeşitlenerek içlerinde yaşatılmaktadır.
Müslümanlığın kabulünden Sonraki
Türk Destanları Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han X. yüzyılda islâmiyeti resmen devlet dini olarak kabul etmiştir. İslamiyet!ten sonra ilk teşekkül eden destan da bu hükümdarın islâmiyeti kabul ve yaymak için yaptığı mücadelelerin efsanelerle zenginleştirilerek anlatımıyla doğmuştur.
#98
Eğitim Öğretim / Göç Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:47:40
Türkler kutsal taşı Çinlilere verince Tanrı tara­fından cezalandırılırlar. Ülkelerinde açlık, kuraklık başlar. Böylece Türkler anavatanların terk etmek zorunda kalırlar. Göç Destanı Uygurlar'a ait bir destandır. Aşağıda Göç Destanı özetibulunmaktadır.
Uygurların vatanında "Hulin" isimli bir dağ vardı. Hulin dağından Tuğla ve Selenge isimli iki ırmak akardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gök yüzünden ilâhi bir ışık indi. iki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkkatle izlediler. Daha sonra ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu.
Aradan uzun zaman geçti. Yulug Tigin isimli bir prens hakan oldu. Yulug Tigin, Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için oğlu Gali Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeğe karar verdi. Çinliler , prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin'e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.
#99
Eğitim Öğretim / Satuk Buğra Han Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:47:10
Hz. Muhammed'in kanatlı atı Burak'ın sırtında gökyüzüne yükseldiği "Mirâc Gecesinde" gök katlarında kendinden önce gelen peygamberleri görür. Bunlar arasında birini tanıyamaz ve Cebrail'e bunun kim olduğunu sorar. Cebrail : " Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç yüzyıl sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan'da sizin dininizi yayacak olan bu ruh "Abdülkerim Satuk Buğra Han" adını alacaktır." Hz. Muhammed yeryüzüne döndükten sonra hergün islâmiyeti Türk ülkesine yayacak olan bu insan için dua etti. Hz. Muhammed'in arkadaşları da bu ruhu görmek istediler.
Hz. Muhammed dua etti. Başlarında Türk başlıkları bulunan silâhlı, kırk atlı göründü. Satuk Buğra Han ve arkadaşları selâm verip uzaklaştılar. Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra Han, Kaşgar Sultanının oğlu olarak doğar. Satuk Buğra Hanın doğduğu gün yer sarsılmış, mevsim kış olduğu halde bahçeler, çayırlar çiçeklerle örtülmüştü. Falcılar bu çocuğun büyüyünce Müslüman olacağını söyleyerek öldürülmesini isterler. Satuk Buğra Hanı, annesi : " Müslüman olduğu zaman öldürürsünüz." diyerek ölümden kurtarır.
Satuk Buğra Han 12 yaşında arkadaşlarıyla birlikte ava çıkmağa başlar. Ava gittiği günlerden birinde kaçan bir tavşanın arkasından hızla koşarken arkadaşlarından uzaklaşır. Kaçan tavşan durur ve bir ihtiyar insana dönüşür. Satuk Buğra Han'ın sonradan Hızır olduğunu anladığı bu yaşlı kişi ona Müslüman olmasını öğütler ve islâmiyeti anlatır.
Satuk Buğra, Kaşgar hükümdarı olan amcasından islâmiyeti kabul etmesini ister. Kaşgar Hanı, müslüman olmayacağını söyler. Satuk Buğra Han'ın işaretiyle yer yarılır ve hükümdar toprağa gömülür. Satuk Buğra Han hükümdar olur ve bütün Türk boyları onun idaresinde islâmiyeti kabul ederler. Satuk Buğra Han, ömrünü müslümanlığı yaymak için mücadele ile geçirmiştir. Menkabelere göre Satuk Buğra Han'ın düşmana uzatıldığında kırk adım uzayan bir kılıcı varmış ve savaşırken etrafına ateşler saçıyormuş. 96 yaşında Tanrıdan davet almış bu sebeble Kaşgar'a dönmüş ve hastalanarak burada vefat etmitir.
#100
Eğitim Öğretim / Manas Destanı
Son İleti Gönderen Safirmedya - 11 Ağustos , 2011, 04:46:45
Kırgızlar arasında oluşan Manas destanı bugün de bütün canlılığı ile devam etmektedir. Manas destanının 11 ile 12. asırlar arasında meydana geldiği düşünülmektedir. Bu destanın ana kahramanı Manas da, tıpkı Oğuz Kağan destanının İslâmî rivayetindeki ve Satuk Buğra Han gibi İslamiyeti yaymak için mücadele eden bir yiğittir. Böyle olmakla birlikte Manas destanında müslümanlık öncesi Türk kültür, inanç ve kabullerinin tamamını sergilenmektedir. Bazı varyantları dört yüz bin mısra olan Manas destanı Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak -Kırgız dairesinin kültür abidesi niteliğindedir.
Büyük Türkolog Wilhelm Radloff (1837-1918) bu destanla ilgili ilk derlemeyi, Kırgızistan'ın Tokmak şehri güneyindeki Sarı Bağış boyuna mensup bir Manasçıdan 1869′da yaptı. Radloff'un derlediği yedi bölümlük Manas Destanı, toplam 11 bin 454 mısradan oluşuyor. Fakat, Manasçıların okuduğu dize sayısı, 16 bin mısra civarındadır.
Kırgız Türklerinin ulusal kahramanı Manas'ın etrafında örgülenen Manas Destanı'nın ilk bölümünden itibaren; Manas'ın doğumu, daha beşikte iken konuşmaya başlaması, kafirleri yeneceğini söylemesi, büyüyüp delikanlı olunca Çinlileri yenmesi, Müslüman yiğit Almanbet'le tanışıp, birlikle birçok savaşa girmeleri, Manas'ın evlenmesi, düşmanları tarafından iki defa öldürülmesine rağmen tekrar dirilmesi, Mekke'yi ziyaret ve Kabe'yi tavaf etmesi, lirik bir üslupla anlatılır.