Haberler:

Zamanının büyük çoğunluğunu internette geçiren ve forumumuzla yeterince ilgilenebilecek moderatörler alınacaktır.

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Konular - Safirmedya

#21
Edit içine girilen veriden sonra Enter tuşu ile Butona komut vermek.




procedure TForm1.Edit1KeyPress(Sender: TObject; var Key: Char);
begin
  if Key = #13 then begin
    SelectNext(Sender as tWinControl, True, True );
    if Sender = Edit10 then
      Button1.Click; // let the button click itself
    Key := #0;
  end;
end;


#22
Donanım / Nokia C5-03 İncelemesi
27 Eylül , 2011, 12:30:15
Tanıtıcı Video

http://www.youtube.com/watch?v=W8k9JQBqUnk&feature=player_embedded

Tanıtım

Finlandiya'lı üretici Nokia, dokunmatik ekranlı akıllı telefon yelpazesini genişletiyor. Nokia'nın uygun fiyatlı telefonlarını simgeleyen C serisinin en yeni üyesi olan C05-03, uygun fiyatına karşın çağın pek de gerisinde kalmayan bir donanıma ve yazılımsal niteliklere sahip.







Nokia 5800'ın torunu olarak adlandırdığımız c5-03, Symbian^1 (eskilerin söylemiyle Symbian S60) içeriyor.

Genel Özellikleri:

* Quad-band GSM/GPRS/EDGE desteği
* Tri-band 3G, 10.2 Mbps HSDPA ve 2 Mbps HSUPA desteği
* 3.2" 16M-renk TFT LCD rezistif dokunmatik ekran
*640 x 360 pixel çözünürlük
* 5 megapixel fixed-focus kamera ve VGA video @ 15fps kaydı; geotagging
* Symbian S60 OS
* 600 MHz ARM 11 CPU and 128 MB RAM
* Wi-Fi 802.11 b/g; UPnP
* gps ve A-GPS, sesli navigasyon; ücretsiz şehir rehberi ve trafik bilgisi
* Dijital pusula
* 40MB on-board storage, microSD 16GB'e kadar; 2GB kart birlikte geliyor
* Akselerometre
* Standard 3.5 mm audio jack
* Stereo FM Radio, RDS
* microUSB port (şarj)
* Flash ve Java desteği
* Stereo Bluetooth 2.0
* Çok iyi ses kalitesi
* Sesli komut

Dezavantajları:

* Symbian S60 yeterince stabil değil
* Limitli 3. parti yazılım desteği
* Ekranın görüş açısı düşük ve güneş altında yeterli değil
* Flaş ve lens koruyucusu yok
* Döküman düzenleme yok (ücretli bir upgrade ile yapabilirsiniz); PDF okuyucu yok
* Telefonu kulağa yakınlaştırdığınızda algılayıp ekranı kapatan sensör yok
* DivX ve XviD desteği yok
* Video arama yok
* Akıllı arama yok

%80'i geri dönüştürülebilir malzemeden olan c3-05, çevre dostu özelliğiyle dikkat çekiyor.








Kullanıcı Arabirimi

Kinetic Scrolling özelliğinin 5800'dan daha iyi olduğunu gözlemledik.










Üç ayrı ana ekran seçeneği var.








Mesajlaşma

5800'dan alışık olduğumuz mesajlaşma sistemi oldukça basit.










Galeri: Çok yavaş

Galeri herşeyiyle kullanışlı. Fakat tek problem hız. Sürekli kasmalar oluyor. Bir fotoğrafı görüntülemek için bile bir kaç saniye bekliyoruz.
Zoom işlevi de bu yavaşlıktan nasibini alıyor.

Müzik oynatıcı: Değişiklik yok







Video oynatıcı ve RDS'li Radyo istekleri karşılıyor.

Kamera

5 mp'lik kamera flash barındırmıyor. Fakat fixed-focus özelliği var.

Karşılaştırma: (Belli bir noktaya yapılan zoom baz alınmıştır)

Nokia C5-03







Samsung I5800 Galaxy 3





Apple iPhone 4







Resmin orijinali;









Daha ayrıntılı incelemek için: http://www.gsmarena.com/piccmp.php3?idType=3&idPhone1=3578&idPhone2=3395&idPhone3=3275

Video kaydı: Kötü

En fazla 13 fps ile kaydedebildiğimiz VGA videoların yalnızca MMS ile acil gönderilmesi gereken videolar olduğuna karar kıldık. Telefonun en kötü yanı belki de bu.

Harika bağlantı özellikleri

Nokia C5-03 oldukça gelişmiş bağlantı seçeneklerine sahip. Daha ucuz Nokia 523x ailesinden veya 5530 XpressMusic ve the 5250 gibi değil, C5-03 hepsine şu yönden sahip: 3G, WiFi ve GPS.
GPRS, EDGE ve 3G; HSDPA (10.2Mbps) özellikleri kullanıma hazır. GSM/EDGE 3G - 900/1900/2100 MHz doğal olarak telefonun içinde.

Diğer bağlantı özellikleri ise Wi-Fi b/g ve Bluetooth 2.0 A2DP ve bir microUSB port. C5-03'ü bilgisayarla bir çok yoldan senkronize edebilirsiniz:PC Suite, Mass storage, Image transfer ve Media transfer. Bu sefer USB şarj, USB port ile mümkün.

Nokia C5-03, 80MB dahili belleğe sahip (40 MB'tan daha azı boş), microSD kart ile artırılabilir. 2 GB'lık kart ise kutu içeriğine dahil.

Yetenekli web browser

Alışık olduğumuz web browser Nokia kullanıcılarını tatmin eder nitelikte.










Sosyal sitelere bağlantılar

Facebook, Twitter, MySpace, Friendster ve hi5 için hızlıca ulaşabileceğiniz programlar mevcut









GPS: Fevkalade navigasyon

Kullanım kolaylığıyla dikkatimizi çekti. Ücretsiz şehir rehberi ve trafik bilgilendirmesi oldukça yardımcı











Son sözler

Tasarımıyla dikkat çeken C5-03, beğenimizi topladı. Ufak dezavantajlara sahip olsa da eksikleriyle işi olmayan kullanıcılar gönül rahatlığıyla bu telefonu alabilir.
Flaşı olmazsa olmaz bulan, Symbian'a ve Nokia'nın rezistif ekranlarına antipatisi olanlar başka telefonlara bakabilir.
#23
İnternet sitesi açmanın en önemli sorunudur alan adları, herkes sitesi olsun olmasın üçer beşer topladıkları için alan adlarını bulmakta çok zorluk çekiliyor. Bulamayanlarda ya uyduruk birşey sallıyorlar yada pusuya yatıp düşmelerini bekliyorlar. Yalnız alan adları için şöyle bir gerçek vardır ki bir çok kullanıcı bilmiyor olabilir. Adresin süresi bitse dahi alamazsınız, bunun resmi bir prosüdürü vardır belli vadirelerden geçip o şekilde alınabilir duruma gelmektedir.    Eğer gözünüze kestirdiğiniz güzel alan adları varsa ve düşmesini bekliyorsanız bunları bilmeden sakın hareket etmeyin.


Alan adları ne zaman düşer?


1) REGISTRAR-HOLD süreci
   Whois' inde görünen "Expire date" geçtikten sonra, alan adları 30 veya 35 günlükten başlayan ve 3 ay süren bir zaman diliminde REGISTRAR-HOLD durumuna alınır.
   Bu 30 günlük süre içinde alan adı sahibi normal yenileme ücreti ödeyerek domainin süresini uzatma hakkı vardır! Hold durumundaki bir domainin DNS' leri geçiçi olarak durdurulur! REGISTRAR-HOLD sürecindeki alan adları kesin olarak silinecek anlamına gelmez!
   30 günlük REGISTRAR-HOLD dönemi boyunca domainin sahibi ödeme yapmamışsa yine 30 günlük REDEMPTION-PERIOD aşamasına girer.
2) REDEMPTION-PERIOD süreci
   Bu aşama süresinde isterse alan adının sahibi adresi tekrar aktif edebilir bunun için kayıt firmasına başvurup 99$ ödeme yaptıkdan sonra, domain 5/7 gün içinde registry (verisign) tarafindan tekrar aktif edilir.
   REDEMPTION-PERIOD süresi bitiminde ( domain sahibi 99$ ödeme yapmazsa) domain artık en son aşama olan PENDING-DELETE sürecine girer.
3) PENDING-DELETE süreci
   Bu süre 6 gün sürer bu süre sonunda domain registry tarafindan silinir. Domain Whois de görünen Updated Date karşısında yazan tarihten 6 gün sonra silineceklerdir. Herkes kayıt edebilir.
   Kısaca bir domainin silinme tablosu ve toplam süresi (en iyi ihtimaller ile)
REGISTRAR-HOLD           en az 30 gün sürüyor
REDEMPTION-PERIOD    30 gün sürüyor
PENDING-DELETE           6 gün sürüyor
+__________________________________
                       Toplam : 66 gün


Tam silinme saati?
   Alan adları pasifik saatine gore siliniyor, yani Türkiye saatlerine göre PENDING-DELETE aşamasının son günü saat 08.00 de silinmeler başlıyor, 10:00 en geç 10:30′ da silinme tamamlanıyor.


Backorder nedir?
   Back arka plan, order ise emir anlamına gelir Türkçemizde. Bize önceden kayıt, erken kayıt imkanı sağlar. Domain satan firmalar süresi dolmaya yaklamış (Expired) silinme (Pending Delete) süresinde bulunan domainlere teklif verdiğiniz takdirde backorder yapmış oluyorsunuz.


Neden Backorder?
   İlk paragraftada dediğim gibi genellikle site yapımcıları/tasarımcılar vb. sıfır domain yani ilk defa kayıt edilen domainler için bir isim arayışına gireriz ama ne yazıkki günümüzde 10YTL verilerek kayıt altına alınan domain piyasası giderek daralmada ve kolay, akılcı isimler bulmakta zorlanmaktayız. İşte bu andan itibaren eğerki mevcut domain sahibi domain süresini uzatmamışsa, backorder için zaman başlamış demektir.
   Fakat şunuda unutmamak gerekirki, backorder işlemine tek siz girmemiş iseniz sizinle beraber giren sahış/firmalar domainin fiyatını yükseltmeye çalışacak ve sizin elinizden almaya çalışacaklardır. Son anda sahibi domaini uzatır ve tüm hayallerimiz suya düşebilir.


Nasıl kazanırım?
   Bu süreçte sizin bütçeniz ve istediğiniz domaini kayıt altında tutan firma ile iletişiminiz önemli. Eğer ortak bir anlaşma sağlarsınız bilinki domain sizin olacaktır.

ALAN ADI KAYIT : Alan Adı Sorgulama Satın Alma
#24


Oyuncular için hazırladığı G1.Sniper 2 isimli anakartını kısa süre içerisinde satışa sunması beklenen Gigabyte, medya bilgisayarları için hazırladığı Mini-ITX formundaki yeni anakart modeli H61N-USB3'ü duyurdu. Kompakt yapısıyla dikkat çeken anakart, Intel'in H61 yonga setini kullanıyor ve LGA1155 formundaki Sandy Bridge işlemcilerine destek sunuyor.

Üzerinde iki adet DIMM slotu bulunan ve 16GB'a kadar çift kanal DDR3 bellek desteği sunan anakart, Gigabyte'ın Super4 tasarım anlayışını temel alıyort ve bu sayede çift BIOS, Japonya üretimi yüksek kaliteli katı kapasitörler, düşüj RDS'li MOSFET ve Ultra Durable 2 serisi diğer tasarım/üretim özelliklerini de bünyesinde barındırıyor.

İşlemci için 4 fazlı güç tasarımına sahip olan anakart, Sandy Bridge işlemcilerindeki HD 2000 veya HD 3000 entegre grafik birimlerini yeterli bulmayan kullanıcıların harici ekran kartı kullanabilmesi için bir adet PCIe x16 slotuna sahip olan anakart üzerinde entegre grafik biriminden görüntü aktarabilmek için DVI ve VGA konnektörleri de bulunuyor.

Fresco Logic firması tarafından geliştirilen FL1009 kodlu kontrolcü ile iki adet USB 3.0 konnektörünü çalıştıran anakartın diğer özellikleri arasında Gigabit Ethernet, 5.1 kanal 108 dB HD ses kodeki, optik ve koaksiyel S/PDIF bağlantıları ve dört adet USB 2.0 portu gibi detaylara yer veriliyor. Hong Kong'da satışa sunulan anakartın fiyatı ise 105$.
#25


Güney Kore'nin en büyük cep telefonu üreticisi Samsung yakında dokunmatik ekranlı ve bütçe dostu yeni modeli GT-S3770'i resmi olarak tanıtıp satışa sunmaya hazırlanırken, cep telefonunun ön inceleme videosu Rus sitesi Megafon tarafından Youtube'da paylaşıldı.

Yayınlanan 2 dakika 41 saniye uzunluğundaki videoda kılavuz, batarya ve şarj cihazından oluşan kutu içeriği dikkat çekerken; S3770'in dilediğiniz kulaklığı kullanabilmeniz için 3.5 mm jack girişi, microSD kart girişi (16 GB'a kadar destek veriliyor) ve microUSB portu gibi detayları gözlerden kaçmıyor.




Saniyede 7.2 Mbit'e kadar internet bağlantı hızı vadeden HSPA alt yapısını destekleyen S3770, Samsung'un TouchWiz Lite arayüzünü kullanıyor. 2.8-inç boyutunda ve 240 x 320 piksel (QVGA) dokunmatik ekrana, 2 megapiksel kameraya  ve Bluetooth 3.0 / Wi-Fi 802.11 b/g/n gibi güncel bağlantı seçeneklerine yer verilen S3770'de, RDS'li FM radyo, Facebook gibi sosyal ağlarla entegrasyon ve 1000 mAh batarya bulunmakta. Batarya 350 saate varan bekleme, 6 saate varan konuşma süresi sağlıyor.


Samsung S3770'in ne zaman satışa sunulacağı ve fiyatına ilişkin sis perdesi henüz kaldırılmadı.
#26




Günümüz internet dünyası artık ucu bucağı olmayan bir alan haline geldi. Var olan herşeyin kontrolsüz büyüdüğü bu dünyada tedbir alınmadığında en can yakıcı hale gelen konulardan birisi zararlı yazılımlar. Zararlı yazılımların önlenmesinde kişilerin kullandığı antivirüs yazılımları kadar tarayıcıların sunduğu güvenlik tedbirleri de önem taşıyor.


Bağımsız NSS grubu tarafından yapılan bir çalışmada IE9, Chrome 12, Firefox 4, Opera 11 ve Safari 5 internet tarayıcıları zararlı yazılımlara maruz bırakıldılar. Çalışma sonucu Internet Explorer 9 ile diğerleri arasındaki büyük farkı ortaya koydu.


Sonuçlara göre IE9 yüzde 96 oranında koruma sağlarken, Chrome 12 yüzde 13.2, Firefox 4 yüzde 7.6, Safari 5 yüzde 7.6 ve Opera 11 yüzde 6.1 oranında zararlı yazılımlardan koruma sağladı.


IE9 sürümünün bu başırısının altında yatan ise SmartScreen teknolojisi. Zararlı yazılım saldırılarını bilgisayara bulaşmadan engelleyen bu teknoloji görünüşe göre IE9 sürümünde en güçlü haline ulaşmış.


Bu koruma oranı IE9'un önceki versiyonlarından kat kat daha iyi olduğunu ortaya koyuyor. Ancak Windows Update ile kurulmasına ve büyük reklam kampanyalarına rağmen IE9 sürümü halen tarayıcı pazarında yüzde 6.8'lik bir orana sahip. IE8 sürümü ise pazarın yüzde 29.23'ünü elinde tutuyor.


Microsoft pazara daha iyi bir tarayıcı sürümü sunabilmek ve IE6 sürümündeki hataları unutturabilmek için var gücüyle çalışıyor. Ancak pazar payını IE8'in üzerine çıkarabilmesi ise daha efektif çalışmasını gerektiriyor.
#27
  nLite ile Katılımsız XP CD'si Oluşturma Rehberi


Gerekli Framework :
_x86
http://www.microsoft.com/downloads/d...DisplayLang=en
TR
http://www.microsoft.com/downloads/d...d-aab15c5e04f5

_x64
http://www.microsoft.com/downloads/d...DisplayLang=en


Gerekli dosyaları indirdikten sonra ilk olarak Framework kurulup sisteminizi restart ( yeniden başlat ) ediniz.

Daha sonra aşağıdaki sıralamaya göre basit bir şekilde defaults ( öntanımlı ) ayarlarla kuruyoruz.




















Nlite Programı kurulduktan sonra Finish butonuna bastığımızda karşımıza aşağıdaki şekilde bir ekran gelecek.



Yukarda pencerede gördüğümüz gibi language bölümünden bize uygun dil seçeneğini seçip kısa bir süre bekliyoruz ve bundan sonra yapacağımız bütün işlemler Türkçe olarak devam ediyor.

Nlite programını simge durumunda küçülterek ilk işlemlerimi yapalım.

Öncelikle elimde bulunan Windows XP CD mizi CD-ROM sürücümüze yerleştirelim. Daha sonra masaüstüne "XPCD" adında bir directory ( Dizin ) oluşturalım. CD-ROM'a yerleştirdiğimiz CD'mizin içeriğini ctrl+a seçeneğini kullanarak kopyalayalım daha sonra masa üstünde bulunan XPCD isimli directory içerisine yapıştıralım. Bu işlem CD-ROM sürücünüzün okuma ve sisteminize bağlı aygıtların performansına göre 10 ila 30 dakika sürebilir.








Yukarıda belirtmiş olduğumuz XP CD'sini masa üstünde oluşturacağımız dizine kopyalarken dikkat etmeniz gereken önemli bir nokta ise C: sürücünüzün boş disk kapasitesi olarak en az 2 GB boş alana ihtiyaç duymasıdır. Eğer yeterli disk alanınız yoksa ya farklı bir sürücü üzerinde işlem yapmanızı veya ana dizininiz üzerinde yeterli boş alanı oluşturmanız gerekmektedir.

Katılımsız XP CD'mizi oluşturmak için gerekli dosyaları kopyaladıktan sonra artık nlite ile devam ediyoruz.


Göz at butonuna tıkladıktan sonra karşımıza XP CD'mizi kopyaladığımız dizinin nerede olduğunu soran bir prompt gelecek. Bu prompt üzerinden Windows yükle dosyalarını kaydettiğiniz klasör/dizini işaretleyerek "Tamam" butonuna tıklayınız.

"Tamam" butonuna tıkladıktan sonra tarama işlemi yapacak bu bir miktar zaman alabilir. Daha sonra ise aşağıdakine benzer şekilde bilgi alacaksınız.



Yukarıdaki pencerede kopyaladığımız CD içeriğinin Windows XP Home Edition olduğunu ve hiç service pack entegre edilmediğini görüyoruz ve şimdi devam ediyoruz.



Yukarda ki ekranda ise eğer siz ilk defa nlite kullanıyorsanız. Oturum bilgileri hakkında bilgileri göremezsiniz. Peki soracak olursanız bu son oturum bilgileri nelerdir. Nlite ile daha önce oluşturmuş olduğunuz ayarları bir ini dosyasına yazar. Daha sonra tekrar CD üzerinde bir değişiklik yapmak istediğinizde ise daha önce oluşturmuş olduğunuz ini dosyasından bilgileri okuyarak yapacağı işlemleri tekrar yükler. Biz şimdi "Son Oturumu" seçerek devam ediyoruz.



Yukarıda ekranda ise görev seçimlerini görüyoruz. Kopyalamış olduğumuz XP CD'si ilk versiyon olduğu için service pack eklemeside yapacağız. Ardından hotfix yani Windows update paketlerini indirip bunları da XP CD'imiz içerisine yerleştireceğiz. Ardından Kendi bilgisayarımıza ait Ekran kartı chipset gibi donanım parçalarına ait güncel dirverleri indirerek yine XP CD'imiz içerisine entegre edecegiz. Şimdi Açılabilir ISO oluştur hariç bütün seçenekleri seçelim ve devam butonuna basalım.   



Windows XP Service Pack 2 Download :

http://www.microsoft.com/downloads/d...5-9e368d3cdb5a





Yukarıdaki pencerede XP CD'mize Serive Pack 2 entegre ediyoruz. Burada bir hatırlatma yapalım eğer CD'miz ilk çıkan service packsiz bir versiyon ise SP1 entegre etmeye gerek yoktur. Çünkü SP2 içerisinde aynı zamanda SP1'ide barındırır.



Service Pack 2 Paketini şetçikten sonra bu dosyalar mevcut XP kurulum CD mizin içerisine otomatik olarak açılacaktır. Yaklaşık 15-30 dakika sürebilir.

   





Service pack entegre işlemi bittikten sonra gördüğümüz gibi artık dizinimizde bulunan kurulum dosyaları artık SP22li bir kurulum CD'si durumunda şimdi güncelleştirmeleri entegre etmek için devam edelim.


 
Karşımıza gelen pencerede sağ tarafta bulunan "Ekle" butonuna tıklayarak önceden indirmiş olduğumu Windows XP güncelleştirmelerini seçip "Aç" butonuna tıklıyoruz.


 
Güncelleştirme paketlerini ekledikten sonra ise güncelleştirme paketlerini eskiden yeniye doğru gelecek şekilde oluşturma tarihine tıklayarak tarih sırasına sokuyoruz. Bu kısım önemli eğer tarih sırasına sokmaz isek, güncelleştirmeler düzgün entegre edilmez.

Windows XP Hotfix ve güvenlik güncelleştirmeleri 12 Haziran 2006 tarihine kadar olanlar


Şimdi devam butonuna tıklayarak Driver (Sürücü) entegre işelemine geçiyoruz.   



Ekle butonuna bastığımızda bize tek sürücümü yoksa birden fazla sürücümü eklemek istediğimizi soruyor. Biz gerekli sürücülerimizi bir dizine eklediğimiz için birden fazla sürücü diyerek devam ediyoruz.


 
Anakartımıza bağlı sürücülerin olduğu dizini seçerek devam ediyoruz. Bu dizin altında chipset, sound, VGA gibi sürücüler bulunmaktadır.


 
Yukarıda görüldüğü gibi sade Windows XP için gerekli sürücüleri seçerek devam ediyoruz. Bunları seçmek için gerekli satıra bir defa tıklamak yeterlidir.


 
Yukarıda ki pencere gördüğümüz gibi sistemiz için gerekli sürücüler açıklamaları ile birlikte mevcut. Bu konumda dikkat etmeniz gereken bir konu var buda gereksiz yere bütün makinelerde kullanabilirim düşüncesiyle bütün sürücüleri CD içerisine entegre ederseniz bazı kurulum hataları ve yanlış donanım yüklemeleri kaçınılmaz olur. Özellikle chipsetlerle ilgili driversleri birbirine karıştırmamaya özen gösterin. Grafik network genelde problem yaratmaz. Örneğin benim kullanmakta olduğum CD içersinde ATI ve Nvidia graphic sürücüleri sorunsuz olarak çalışabiliyor.       





Şimdi bileşenler ekleyip kaldırmak için devam ediyoruz. Burası aslında o kadar önemli bir bölüm değil tamamı ile emin olmadan hiçbir bileşeni kaldırmayın bence hiçbir işlem yapmadan devam edin zaten menulere dikkat ederseniz emin değilseniz işaretlemeyin diye bir uyarı göreceksiniz. Hiç bir şeye dokunmadan Otomatik kurulum seçeneklerine geçmek için devam diyelim



Kurulum modu olarak her zaman DefaultHide seçeneğini kullanmanızı tavsiye ederim. Diğer seçenekler için açıklamalar aşağıdaki gibidir.





Bu bölümde ise Bilgisayarın kayıt bilgileri ve Administrator şifresi hakkında gerekli bilgiler istenmektedir.



Bu Bölümde ise CD Anahtarı ve bazı ufak tefek ayarları yapabilmektesiniz.



Diğer tab menuleri gezdiğimizde kurulum esnasında yapmış olduğumuz bir çok işlemin cevaplarını önden cevaplayarak kurulum yapmaktayız. Fazla resim kalabalığı yapmamak için hepsini anlatmaya gerek duymuyorum. Devam diyerek seçeneklere geçiyoruz.[/t][/c]     
Burada benim tercihim Kurulum ekranını klasik (win2k tarzı) ve siyah arka planı aktif olarak seçerek devam ediyorum. Bu tür klasik kurulumlar diğer sitile göre daha hızlı olmaktadır kesinlikle önerilir. Gerekli değişiklikleri yaptıktan sonra devam diyerek yamalar bölümüne geçiyoruz.


 
Max. TCP/IP tamamlanmamış eş zamanlı bağlantı yaması bilhassa emule ve torrent gibi download programları kullananlar için gerekli olabilir.
USB seçim frekansı sizin kullandığınız cihazlara göre değişebilir. Eğer bir fikriniz yok ise öntanımlı değerinde bırakmanız önerilir.
Imzasız tema yaması aktif olması internetten indirmiş olduğunuz farklı Windows temalarını imzaya ihtiyaç duymaksızın kullanabilirsiniz. Aktif bırakılması önerilir.


 
Bu bölümde ise açılışta klasik açılış ekranı, internet Explorer açılış sayfasının defaults değerleri, İnternet Explorer üzerinden max. Eşzamanlı download özellikleri gibi bir çok ince ayarlara ulaşabilirsiniz. Kırmız ile işaretlemiş olanlardan tam olarak emin değilseniz işlem yapmanız önerilmez. Artık CD üzerinde yapacağımız bütün ayalar bitmiş durumda devam butonuna tıklayarak yapılan ayarları CD üzerinde uygulayabilirsiniz.


 
Evet diyerek yaptığımız ayarların CD'ye uygulanmasını sağlıyoruz. Bu işlemler yapılırken gerekli uyarılara dikkat ediniz. Her hangi bir yanlış ayar CD'nizin düzgün çalışmamasına neden olabilir.


 
Yapılan işlemler sonunda XP CD'miz hazır durumda tabi şimdi bunu ISO haline getirip CD'ye yazmamız gerekecek. Burada aslında devam ederek CD isomuzuda oluşturabilirdik. Tabi eğer CD miz içerisinde gerekebilecek bir program dizini atmak isteiyorsak.

Bu durumda eğer istersek Runonce komutlarını kullanarak XP kurulum işlemi bittikten sonra bazı programların sistemize otomatik olarak kurulmasını sağlayabiliriz. Bunun için daha önceden hazırlanmış olan bir doküman için size link veriyorum.

http://www.frmtr.com/showthread.php?t=360543

Tabi ekleme yapmak istemiyorsanız aşağıda anlatacağım yol ile devam ederek XP isonuzu oluşturmaya devam ediniz.

Yukarıdaki pencereden devam dedikten sonra Bitir butonuna bastıktan sonra nlite işlemleri bitirdiği için otomatik olarak kapanacaktır.

Şimdi tekrar nlite programızı açıyoruz.



Dikkat ettiyseniz artık elimizdeki CD SP2 entegreli bir durumda. Şimdi Aşağıdaki ekrana kadar devam edelim.



Yukarda görüldüğü gibi sadece açılabilir ISO oluşturu seçerek devam ediyoruz.



ISO etiketini istediğimiz şekilde değiştirebiliriz. Biliyorsunuz eğer orginal CD üzerinde bu program haricinde bir değişiklik yapmış olsaydık ISO etiketini değiştirdiğimiz durumda CD mi BIOS uzerinden boot edemezdi. Akabinde ISO OLUŞTUR butonuna tıklıyoruz. Karşımıza iso dosyasını nereye kaydetmek istediğimizi soran bir pencere geliyor. İsonun adını yazarak kaydet diyoruz. 1-2 dakika sonra artık yeni XP CD'miz için kalıp dosyamız hazır. ISO dosyamızıda Nero yada başka bir CD-Burn programı ile boş bir CD'ye finalize ederek yaziyoruz.


Artık bundan sonra geriye kalan hazırlamış olduğumuz XP CD'sini CD-ROM sürücümüze yerleştirip. Yeni ve katılımsız bir kurulum yapmak kalıyor.
#28
Eğitim Öğretim / Destanlar
11 Ağustos , 2011, 04:44:24
Önce sözlü gelenekte oluşur. Uzun bir süreçte kuşaktan kuşağa, ağızdan ağıza aktarılırken değişir, gelişir. Bu arada adı bilinmeyen birçok sanatçının ortak katkısı ve çabası eklenir. Günün birinde bir ozan toplumsallaşan bu edebiyatürününe kendi üslubuyla yeniden biçim verir. O ürüne kendi kişiliğini katar. Böylece ürün, toplumsal yaratıdan bireysel yaratıya dönüşür. Destanların çoğu şiir biçiminde olmakla birlikte, şiir-düzyazı türlerinde olanlar da vardır.Dünya edebiyatındaki doğal destanlar şunlardır:Şinto: Japon EdebiyatıMahabbarata, Ramayana : Hint EdebiyatıŞehname: Iran Edebiyatı. Firdevsi'ninKalavela: Fin edebiyatı. Lönnrot'unİlyada ve Odisseia Destanı: Eski Yunan edebiyatı. Homeros'unNibefungen: Alman EdebiyatıBeovvulf: İngiliz Edebiyatıİgor: Rus EdebiyatıLa Cid: İspanyol EdebiyatıChansen de Röland: Fransız EdebiyatıTüm dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk Edebiyatında da ilk örnekler destanlardır. Türk edebiyatı geleneği içinde "destan" terimi birden fazla nazım biçimlerive türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır. Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikayeler, Anonim edebiyatta ve Aşık edebiyatında koşma veya mani dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal, tarihi, acıklı veya gülünç olayları tahkiye tekniği ile çeşitli üslûplarla aktaran nazım türüne ve bu yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını, gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli olay ve nesnelerle ilgili sebep açıklayan ve Batı Edebiyatında "epope" terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde "destan" adı ile kullanılmaktadır. Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum öyküleridir aslında.Destanlar, bütün bir milletin ortak mücadelesini ortak değerler, kurallar, anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya edebiyatının en milliyetçi eserleri olarak kabul edilirler. Destanlar her zaman tarihî gerçekleri doğru biçimde nakletmezler. Destanlarda tarihi olay ve kahramanlar milletin ortak bilinçaltının, vicdanının istek, beklenti, doğruları ve değerleri ile idealleştirilir. Eski hatıralarla birleştirilerek tarihî gerçekmiş gibi anlatılırlar. Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünya görüşü , hatıra ve beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır. Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşçılık yanında verdiği sözde durma, acizlere ve mağluplara hoşgörü ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir. Türk destanları, kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla beraber pek çok sebep açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır.İlk örneklerinin manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı dışında tamamıyla günümüze gelebilen örnek bulunmamaktadır. Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot, (anı) hatıra, kısaltılmış seçme metinler halinde bulunmaktadır. Türk tarihine ana hatlarıyla bakıldığında Türk hayatı fetihlerle başlamış ve yeni toprakları yurt edinerek gelişmiştir. ilk anayurt olan Orta Asya hiç bir zaman terk edilmemiştir. Türk halkları ilk anavatan olan Orta Asya'dan itibaren dünya coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış ve bugün yedi Türk cumhuriyetinde, pek çok özerk toplulukta ve çeşitli ülkelerin idaresinde azınlık halinde yaşamaktadır. Türk kültürü de tarih ve coğrafyadaki çok boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş farklı seviye ve birikimlerle zenginleşerek ve farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen ortaklıklarını sürdürerek günümüze ulaşmıştır. Bu sebeple Türk destanları da tarihî ve coğrafî çok boyutluluğun getirdiği dil ve kültür dairelerine bağlı olarak çeşitlenmiştir.
#29
Eğitim Öğretim / Ağıtlar ve Tarihi Olaylar
11 Ağustos , 2011, 04:43:19
Tarihin herhangi bir döneminde yaşanmış olaylar hem iyi, hem de kötü yönleriyle bu olayları yaşayan toplumun veya milletin kültür ürünleri içinde yansıtılır. Mitik dönemde insanoğlunun dünyayı ve evreni kavramaya çalışması ve bu çerçevede oluşturulan düşünce ve olaylar mitik anlatmalarda yer bulmuş, epik dönem adını verdiğimiz dönemde yaşanmış olaylar bir kahraman etrafında bütün bir milletin başarısını ve ideallerini gösterecek şekilde aktarılmıştır. Roman dönemine gelindiğinde ise, daha bireysel olaylar etrafında yoğunlaşma olduğu ve bu çerçevede iki kişi arasında yaşanan duygusal ilişkiler konu edilmiştir. Gerek epik ve gerekse roman döneminden itibaren toplumların üzüntü, gam ve kederlerini dile getirdikleri daha kısa halk yaratmaları da vardır. Bunlarda hem tarihte yaşanmış olaylar yer alırken hem de bireysel üzüntü ve sıkıntılar da dile getirilmiştir.
Biz bu bildirimizde yakın dönemde Türk insanının yaşadığı önemli tarihi olaylar ve bunların halk yaratmalarından ağıtlara nasıl yansıdığını ele alacak ve yazılı tarih yanında, ağıtların da yazılı olmayan tarihi belgeler şeklinde halkın yaşanan olaylar karşısındaki üzüntü ve tepkisinin nasıl dile getirildiğini tartışacağız.
Bildirimizin asıl konusuna geçmeden önce, ağıt ve ağıt söyleme geleneğinin kültürel derinliği ile coğrafi boyutları hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. İnsanlar, başta ölüm olmak üzere çeşitli sebeplerle sevdiklerinden ayrılmak durumunda kalırlar. Kişilerin hastalanması, kızın gelin olması, delikanlının askere gitmesi, vatan toprağının kaybedilmesi, sevgilinin gidip de geri dönmemesi, sel baskını, zelzele, yangın, salgın hastalık gibi büyük felaketlerin meydana gelmesi, sevilen hayvanların kaybı ve ölümü üzerine söylenen ezgili şiirler ağıt türünden eserlerdir. Bütün bunlardan hareketle ağıt; İnsanoğlunun ölüm karşısında veya canlı – cansız bir varlığını kaybetme, korku, telaş ve heyecan anındaki üzüntülerini, feryatlarını, talihsizliklerini, düzenli – düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türküler olarak tarif edilmiştir. (Elçin 1990: 1).
Başka bir ifadeyle ağıtları şöyle tanımlamak mümkündür: "Yüreğin titreyişi sonucu söylenilen ve milli şiirlerimizin en dokunaklısı olarak adlandırdığımız ağıtlar, ölenin ardından dökülen gözyaşları ve çekilen gönül ıstırabının acı dolu terennümleridir."(Yaldızkaya 1992:11).
Türk kültüründe oldukça köklü bir maziye sahip olan ağıt ve ağıt söyleme veya ağıtçılık geleneği, çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan ortak en eski geleneklerden birisidir.
Orhun Âbideleri'nde "Sıgıt" ve "Sıgıtçı" olarak gördüğümüz ağıt ve ağıt söyleme geleneği, Türk boylarındaki dil ve gelenek farklılaşması ile geniş bir coğrafyaya dağılma sebebiyle çeşitli kelimelerle adlandırılmıştır. Bazı Türk boylarında, bugün, ağıt ve ağıt söyleme geleneğiyle ilgili şu kelimelere rastlamaktayız.
Çin Halk Cumhuruyeti' ne bağlı Doğu Türkistan' da yaşayan Uygurlar ağıt türü şiirlere "Mersiye koşukları", Kuzey Kafkasya' da yaşayan Kıpçak lehçesiyle konuşan Karaçay – Malkar Türkleri; "Küv", Kerkük Türkleri; "Sazlamağ", Kırım Tatarları; "Taqmaq" adını vermektedirler.Ağıt kelimesinin Almanca'da karşılığı "totenlage", Fransızca'da "élégie", Rusça'da "plaç, priçitaniya", İngilizce'de "lament" kelimeleridir.
Geçmişi anlamak için tarihi bilmek yeterli olmayabilir. Bunun yanı sıra halk yaratmalarını anlamak ve halkın yarattığı bu değerlerden faydalanarak doğrulara varmak, geçmişimizi daha iyi değerlendirmemizi sağlar. Tarihçiler, tarihi olayları bulabildikleri belgelerle yorumlayarak yazar, ancak, o tarihi olayları bir de halkın gözüyle görmek, bizim konuya daha farklı bir açıdan bakmamızı sağlar. Çünkü, her olayda, özellikle de savaşlarda sevinci de acıyı da yaşayan halktır. Tabii olarak, bunun yansımaları da halk yaratmalarında görülecektir.
Halkın duyduğu üzüntü, keder ve sıkıntıları en iyi şekilde yansıtan halk yaratmaları içinde belki de en önemlisi ağıtlardır. Çünkü, yaşanan olaylar tüm gerçekliğiyle ağıtlarda gözler önüne serilir. Bildirimizde sözlerini vereceğimiz ağıtlar; tarafımızdan derlenen ve bir bölümü "Türkmen Ağıtları" adlı eserimizde, bir bölümü de "Erciyes Dergisi"nde yayınlanan ağıtlardır.Türkiye Türklerini en fazla etkileyen ve hemen her aileden bir veya birkaç bireyin kaybedildiği önemli tarihi olaylardan biri de Türk Kurtuluş Savaşı'dır. Bu savaşta kaybedilen yüz binlerce Türk evladı için pek çok ağıt yakılmıştır. Bu durumu, Kurtuluş Savaşı'nda şehit olan Bayat'tan Ali Osman'a bacısı Şerife Aydın'ın yaktığı ağıtta açıkça görmekteyiz.
Şafak söktü tan yerleri atıyor,Tren gelmiş acı acı ötüyor,Kardeşim şehit olmuş yerde yatıyor,Ak elleri kızıl kana batıyor.
Ağıdın devam eden aşağıdaki mısraları, kardeşinin şehit olmasıyla kendisinin kimsesiz ve yalnız kaldığını düşünen ağıtçı kadının sözleri "feleğe sitem" ile doludur.
İlkbaharda her çiçekler bezeri,Sonbaharda döker yaprak gazeli,Kardeşim şehit olmuş nerde mezarı?Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Felek sille vurdu ben oldum sersem,İyi olmaz dediler her kime sorsam,Varsamda hekime muayene olsam,İyi olmadık derdi hekim neylesin.
Ben gurbeti geze geze yoruldum,Evvel altın idi şimdi pul oldum,Değer bilmez kötülere kul oldum,Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Kanatlarım yoktur çırpınıp uçmaya,Dizlerim tutmuyor karlı dağlar aşmaya,Ellerim ermedi helallaşmaya,Felek beni taşa çaldı neyleyim. ( Yaldızkaya1992: 36)
Çanakkale Savaşı'nda; birçok eli kalem tutan, okur-yazar Türk genci şehit olmuş, niceleri sakat kalmıştır. Ağabeyi Çanakkale Savaşı'nda şehit olan bir kız tarafından yakılan aşağıdaki ağıt bunu ne güzel ifâde etmektedir:
Çanakkale derler yeşil gavaklı,Mollaların mürekkebi boyaklı,Neçe gulların var ağaç ayaklı,Ağaç ayağınan gelsen n'olurdu.
Çanakkale derler yeşil söğütlü,Neçe molla getti eli divitli,Bi mektup atayım üstü tahütlü,Mektubum ordunu bulur m'ola.
Ağılıdır Çanakkale goyağı,Babamoğlu dizlerimin dayağı,İrengide bana benzer bayağı,Gurbanlar olurum babamoğluna.
Edem gözelidi gıyıdan getmiş,Sürek öküz gibi boynunu bükmüş,Şu gevur dinsizi denklemiş atmış,Acep babamoğlun yudular m'ola.Yumadan gabire godular m'ola. (Yaldızkaya 1992: 39)
Derlediğim bir başka Çanakkale ağıdı da, Suvermez köyünden Devecioğulları sülâlesinden, Macar Lâkaplı Salih'in Çanakkale'de şehit olmasıyla, annesi tarafından yakılan ağıttır. Ağıtta, yoğunlukla şehidin geride bıraktığı eşi ve çocuğunun ne olacağı endişesi vurgulanmaktadır:
Hucûm demiş Alamanın zabiti,Yavrumun kefeni asker kabutu,Salına girmeye yoktur tabutu,Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,Kefensiz gabire goydular m'ola.
Topun dumanı da ağmış havaya,Gözlerim yavrumu dönmez sılaya,Goltuğuna girmiş çifte sıhhıya,Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,Kefensiz gabire goydular m'ola.
Çanakkale nerde, Suvermez nerde?Her ana dayanmaz bu zalim derde,Ahmed'in babasız eğlenmez evde,Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,Kefensiz gabire goydular m'ola
Derinimiş Çanakkale deresi,Goygunumuş şehidimin yarası,Acıya dayanamaz garip garısı,Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,Kefensiz gabire goydular m'ola.
Senin yavrum beşik ile belede,Yâdigarın galdı yavrum geride,Bir gelin eğlenmez ıssız bir evde,Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,Kefensiz gabire goydular m'ola.
Bir günüm doğarda bir günüm batmaz,Şu ıssız evlerde bir gelin yatmaz,Oğlumun yerini kimseler tutmaz,Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,Kefensiz gabire goydular m'ola. (Yaldızkaya 1992: 37)
Öyle ağıtlarımız var ki; Edirne'de, Yemen'de, Kudüs'te kalanları anlatır. Yedi kardeşinden bazılarının şehit düşmesiyle yüreği yanan Ahmet Çavuş (Urfalı)'un yaktığı ağıt, işte böyle bir ağıttır:
Yedi gardaşıdık gazada ünlü,Hep gara bıyıklı yüzleri benli,Zeybek şalvarlı da hep çuha donlu,
Ben bu derdin hangisine yanayım,Zencirler zapdetmez benim gönlümü.
Halil yoğun güder içi guzuluAli haba geyer golu sızılı,Gadir'in çocuklar gara yazılı
Ben bu derdin hangisine yanayım,Zencirler zapdetmez benim gönlümü.
Ali ağam Edirne'de oldu şehit,Garabıyık Yemen'de ünlendi yiğit,İbik Ağam Kudüs'te kaldı bi büyük,
Ben bu derdin hangisine yanayım,Zencirler zapdetmez benim gönlümü.
Âşık olsam ağır ağır söylesem,El kaldırsam şu gönlümü eğlesem,Şu gönlümü gıl ipinen bağlasam,
Ben bu derdin hangisine yanayım,Zencirler zapdetmez benim gönlüm. (Yaldızkaya 1992: 41)
Birleşmiş Milletler Kararıyla; 1950 Yılında, Güney Kore'ye yardım amacıyla, General Tahsin Yazıcı komutasında 5.000 kişilik Türk Tugayı da Kore'ye gönderilmiştir.Kore'ye ulaşan Türk askeri kendini çatışmanın içinde buldu. Mançurya sınırına yakın bir yer olan Kunuri'de, süngü muharebesi ile, bölgenin yabancısı olmasına rağmen efsâneler yarattı. Şehitler verildi, yaralananlar oldu. Üç yıl süren Kore Savaşı sonunda evlerine dönemeyenlere ağıtlar yakılmıştır.
Anadolu'nun birçok yöresinden olduğu gibi, Emirdağ'dan da Kore'ye gidip de dönemeyenlerden birisi de Balişoğlu Eyüp Can'dır. Eyüp Can'ın şehit olması üzerine bir yakını aşağıdaki ağıdı yakar. Ağıtta, Türk askerinin Kore'ye gitmesini anlâmsız bulan Anadolu kadını, bunu "Kore senin vatanın mı, yurdun mu?" şeklinde ifâde ederken, O'na "Kırk belikli gelin almaya" ve "Yerine kardeşi Abdil'i göndermeye râzı olacağını" belirtir.
İzmir'den mi kalktı Kore'ye gemi,Gemi gurban olam getir Eyüb'ü,Çok ağlattın anan ile Baliş'i,Kore senin vatanın mı, yurdun mu?Gayıbıdın oğlum şehit oldun mu?
Şubeye vardım da künyen okundu,Emirdağ'ı başımıza yıkıldı,Dostumuz ağladı, düşman bakındı,Dön gel oğlum dön gel kurban oluyum,Sana kırk belikli gelin alıyım.
Köprüden ağrında gel bir görüyüm,Görüyüm de gadın oğlum ölüyüm,Apdil'i yerine vesek veriyim,Bir günüm doğar da bir günüm batar.Kore dağlarında aslanım yatar.
Kardeşinin şehit olması üzerine bacısı Zehra'da uzunca bir ağıt yakar. Ancak, ağıdın aşağıdaki mısraları hâfızada kalmıştır. Ağıtta; günlerce süren Kore yolculuğu "çığra yola" yani bir kişinin ancak geçebileceği ve kısa mesafelerde kullanılan yola benzetilirken, Kore evlerinin ufaklığı ve insanının küçük boylu oluşu Anadolu kadınının ağzından şöyle dile getirilir.
Kore'ye gidiyor bir uzun çığra,Allah'ın aşkına Eyüb'e uğra,
Eyüp bize biz Eyüb'e doymadık,Gelin alıp çeyizini dökemedik,
Ufacıktır şu Kore'nin evleri,Benim gardaşımdır küçük beyleri. (Yaldızkaya1996: 6)
Millî Kahraman Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk'ün mezarının İstanbul- Dolmabahçe sarayından Ankara'ya nakledilmesi sırasında, Emirdağ yöresinin ünlü ağıtçı kadını Döne Öksüz (Halide'nin Döne) tarafından aşağıdaki ağıt yakılmıştır. Okuma – yazması olmayan ama ehl-i dil olan Anadolu kadını yaktığı ağıtta; "Anan kızı olsaydı yanarıdı derdine" mısrasında Atatürk'ün kız kardeşinin hayatta olmayışını, "Ne bir kızı kalmış ne de bir oğlu" mısrasında ise ulu önderin çocuksuz oluşunu etkileyici bir şekilde ortaya koymaktadır.
Sana diyom sana Mustafa Kemâl,Riyakâr kulların yalandan yanar,Bu dünyada senin başına döner,
Saraya gel Gâzi baba saraya,Sen düşürdün bir soğukluk araya.
Işık dünya başımıza dar geldi,Gâzi baba hepisinden zor geldi,
1947 Yılında, Emirdağ'ın Başkonak (Kolanşam) köyünün Arzılı mahallesine bir askerî uçak düşer. Hava Kuvvetleri tarihine geçen bu olayda iki pilot subay şehit olur. Şehit olan pilot subaylara, yörenin ünlü ağıtçı kadını Topakkız (Gülsüm Köse) uzun bir ağıt yakar. Konar-göçer Türkmen kültüründen motifler de taşıyan bu ağıdın derleyebildiğimiz mısralarında, ağıtçı kadının "yol (y)ıramış varamış köyüne" mısrasında söz ettiği "köy" "Hava üssü", "Haber verin âşiretinin beyine" mısrasında kastedilen "âşiret bey"i ise "Filo komutanı, Paşa"dır.
Duman durmuş Arzılı'nın dağına,Yol (y)ıramış varamamış köyüne,Haber verin âşiretinin beyine,Gurbanlar olurum yaralı beyim,Arzılı buraya aralı beyim.
Yeni çıkmış subayın da birisi,Telde galmış saçların derisi,Duydum'ola anasıynan garısı,Gurbanlar olurum yaralı beyim,Tayyare buraya aralı beyim. (Yaldızkaya 1992: 88)
Sonuç olarak; ağıtlar kişilerin özgeçmişleri olduğu gibi, bir bakıma toplumların da özgeçmişidir. Zira, bir milletin tarihi serüvenini ağıtlardan izleyebiliriz. Cephede, düşmana karşı verdikleri mücadelede çektikleri sıkıntıları, şehit ya da gâzi oluşlarını, cephe gerisindeki açlığı, kıtlığı, hastalığı ve içindeki ihaneti; bunlara karşı verilen mücadeleyi ağıtlarımızda görürüz. Şehit düşen ve gâzi olanların isimlerini belki tarih kitaplarında göremeyiz. Ama bunların analarının, bacılarının, yavukluları ve bu milletin hislerine tercüman olan âşıklarının söylemiş olduğu ağıtlarda isim isim bulabiliriz.Sözlerimi şâir Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun dizeleriyle bitirmek istiyorum.
Kitaplarda değil türkülerde ara Yemen'i,Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni.
KAYNAKLAR:1. Elçin, Şükrü. Türkiye Türkçesinde Ağıtlar. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını, 1990.2. Kaya, Doğan. Anonim Halk Şiiri. Ankara: Akçağ Yayını, 1999.3. Özkan, Nevzat; Osman Horata.Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi -12, Romanya ve Gagauz Edebiyatı. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını,1999.4. Yaldızkaya, Ö. Faruk. Emirdağ Yöresi Türkmen Ağıtları. İzmir: Bayraklı Matbaası, 1992.5. Yaldızkaya, Ö. Faruk. "Bir Kore Ağıdı," Erciyes Dergisi, Sayı: 221, Mayıs, 1996.
#30
Memduh Sevket Esendal "Ayaşlı ve Kiracıları" romanında, Cumhuriyet sonrası Ankara'sında bir apartmanın dokuz dairesinde oturanların günlük yaşamlarından kesitler verir. Ankara'nın kuruluş yıllarında, yıkılan bir düzenden yeni bir toplum düzenine geçmenin sarsıntıları arasında bocalayan "Küçük adam"ların yaşantılarını dile getirir. Roman yeni yapılmış büyük bir apartmanın dokuz odalı, oda oda kiraya verilen bir katında geçer. Burası, Ayaşlı İbrahim Efendi adında, eşkıyalık, zaptiye çavuşluğu, arzuhalcilik, otelcilik yapmış, şaşılacak derecede, çeşitli kılıklara girip çıkmış bir adamın elindedir. Her odasında toplumumun çeşitli tabakalarından kopup gelmiş evli, bekâr, kadın, erkek, yaşlı, genç bir sürü insan oturur. Esendal; başta köy ağası Ayaşlı İbrahim'e banka memuru, şoför, emekli, doktor, simsar, hizmetçi ve diğer kişileri ustaca sergiler. Hikâyelerinde olduğu gibi bu romanında da temel özellik gözlemle sergilemedir. Rahat anlatışı ile romanın oldukça kalabalık kişilerinin birbirleriyle ilişkilerini, iyi ya da kötü işler peşinde koşarken ki tutum ve davranışlarını, kimilerininin eski yaşamlarını sergilerken dengelidir, ölçülüdür. Kiracılardan biri gibi rahatlıkla çıkar okurun karşısına. Roman boyu, bir koridorun iki yanına sıralanmış odalarda yaşayan kişileri, duru ve yalın bir dille anlatmaya çalışır. Çöken bir imparatorluğun kalıntısı, yerlerinden, işlerinden, geçimlerinden kopan insanlar. Sonra kadınlı, içkili, pokerli toplantılara dışardan gelip katılırlar. Bu kadar kalabalık bir roman açılıp kapatan olaylar, konuşmalar, ilişkilerin gelişmeleri içinde kapı önünde sohbet edecesine külfetsiz, konuşuyormuşçasına alıp götürüşünde ancak ustalarda görülebilecek bir sadelik ve rahatlık var. Esendal'ın bizim insanlarımızı yüzeysel bir gözlemle tanımadığı, onları bugüne değin alıp getiren tarihsel ve sosyal oluşları ile izlediğini gösteren bir derinlik bütün bu rahat anlatışın altında kendini duyurur. Bir apartman içinde bir toplum kesitini tasvir ederken ne hicve, ne de mizaha kaçmadan, bizde sosyal sorunlara değinilirken karamsarlıktan uzak, gelecek iyi günlerden umutlu, babacan bir içtenlik duygusu ile en gizli köselere değin ilişkileri vermek ustalığını gösterir. Romanı özetlemek gerekirse: Ayaşlı İbrahim Efendi, dokuz odalı apartman dairesini uygun fiyatla kiralar. Hancılıktan ve otelcilikten edindiği deneyimlerine güvenerek bu dairenin her odasını ayrı bir aileye kiraya verir. Birini de kendisine ve üvey kızına ayırır. Apartmanın dokuz odasına karşılık banyosu, tuvaleti ile mutfağı ortaklaşa kullanılır. Ayaşlı'nın kiracıları bu yüzden, içli dışlı yaşamak, günlük yaşamın kurallarına uymak zorunluluğu duyarlar Aileler, genellikle orta halli kimselerdir.
#31
1) KİTABIN KONUSU:
Ateşten Gömlek İzmir'in işgali üzerine şehri kurtarmaya amaçlayan milli mücadele hareketlerinin hedeflerine nasıl ulaştığını anlatıyor.
2) KİTABIN ÖZETİ:
İzmir'in işgalinde Yunanlıların, kocasını ve oğlunu öldürmeleri üzerine önce İstanbul'a gelen ve sahip olduğu Türklük şuuru ve mücadele azmiyle İstanbullu gençlerin bilinçlenmesini sağlayan Ayşe'nin uyandırdığı heyecana kapılan subaylar Anadolu'ya geçerler. Çeteler düşmanla savaşmaktadır. Bu savaşta Ayşe hasta bakıcı Peyami ise çeviricidir.
Ayşe kendisini seven ve evlenme teklif eden İhsan'a cevabını ancak İzmir alındıktan sonra vereceğini söyler. Peyami ise sevgisini Ayşe'ye açıklayamamaktadır. Cephede İhsan şehit düşer, Ayşe de ileri hatlar giderek orada can verir. Peyami ise kafasına aldığı kurşunla hastahanede ölür.
Peyami'nin ölümünden sonra doktorlar Peyami'nin notlarını araştırarak Ayşe adında birisinin kolorduda görev yapmadığını ve İhsan isminde birinin de alay komutanı olmadığını fark etmişlerdir.
4) KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Peyami: İzmir'in işgali sırasında cephede çevirici olarak görev yapar. dışişleri memurudur. Ayşe'yi çok sever. Aynı zamanda çok duygusal bir kişiliğe sahiptir.
Ayşe: Savaş zamanında cephede hasta bakıcılık yapar. İzmir'in işgalinde milli mücadele ruhu içinde halkı bilinçlendirmeye çalışır. Çok hırslı, çekici ve hoş bir bayandır.
İhsan: Bir subaydır. Sakarya savaşında şehit düşmüştür. Ayşe'yi çok sever ve onunla evlenmek ister.
5) KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap dil bakımından yalındır. Yabancı kelimelere fazla yer verilmemiştir, akıcı bir dille yazılmıştır. Bu romanda hem tarih hem de aşk konuları ustalıkla ele alınmıştır. Esrarengizliklerle dolu her an diğer sayfasında ne olacakmış düşüncesiyle okunacak bir kitap. Sonunda da yine okuyucuya yorum imkanı bırakarak bu özelliğini göstermiştir.
6) KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
Meşrutiyet ve cumhuriyet devirlerinin tanınmış edebiyatçılarındandır. Kitap okumaya küçük yaşta başlayan
Halide Edip Adıvar ilk önce Tanin gazetesinde yazmaya başlamış ve daha sonraları bir çok gazetede roman, makale, sohbet ve hikaye türlerinde eserler vermiştir. İlk romanlarında ferdi aşk temasını işlemiş, daha sonra belgeseldi ve sosyal romanlara önem vermiştir.
Başlıca romanları:
Sinekli Bakkal, Vurun Kahpeye, Kalp Ağrısı, Handan ve Ateşten Gömlektir.
Başlıca hikayeleri:
Dağa Çıkan Kurt, İzmir'den Bursa'ya, Harap Mabetler.
Hatıra,
tiyatro, çeviri ve fikir eserleri de vardır.
#32



·        ROMANIN KONUSU:   Bihter ve Behlûl arasındaki yasak aşkı (aşkı memnu) anlatan bir romandır.
·        ROMANIN ÖZETİ:  Olaylar Peyker ve Nihat Beyin evlenmesiyle başlar. Peyker ve Bihter'in annesi Firdevs Hanım duldur ve Adnan Beye gizliden ilgi duymaktadır. Ancak Adnan Bey Bihter'den çok hoşlanmaktadır. Onunla evlenir. Adnan Bey varlıklı , asil bir aileden gelmiştir. Annesi bu evliliği hiç kaldıramaz.  Bir gün toplanıp pikniğe giderler, bütün aile oradadır. Adnan Beyin yeğeni Behlûl Peyker'e dayanamaz ve onu ensesinden ateşli bir şekilde öper. Peyker buna çok kızar çünkü kocasına çok bağlı birisidir. Behlûl Bihter'e göz koyar. Ondan çok hoşlanır, onun fiziki görünüşü Behlûl'u çıldırtma seviyesine getirir. Bihter'in kendisinden hoşlanmasını sağlar ve o günden sonra her gece beraber olurlar. Behlûl ve Bihter'in mektupları Nihal tarafından görülür. Nihal bu olaya inanamaz çünkü Behlûlle evlenmeyi düşünmektedir. Nihal'in tam mutluluğu düşündüğü bir sırada bu olayı öğrenmesi hayatını yıkmıştır. Adnan Beyin bu olayı öğrenmesiyle her şey değişir.  Adnan Bey ve Nihal eskisi gibi beraber yaşamaya karar verirler. Artık hayatlarında ne Behlûl ne de Bihter olacaktır.
·        ROMANIN ANA FİKRİ: Yasak bir aşk bir ailenin yıkımına neden olabilir, gerçekleri zamanında farketmek  sevdiklerinin daha fazla üzülmesini engeller.
·        KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:  Bihter: Düzgün bir fiziğe sahip, çok güzel, erkekleri kolayca elde edebilen cazibeli bir kadındır. Annesine karşı kin beslemektedir.  Adnan Bey: Bihter'in kocasıdır. Orta yaşlı, varlıklı, iki çocuk babası, asil bir ailenin tek çocuğudur.  Nihal: Adnan Bey'in kızı. Zeki, güzel ve çalışkan bir kişiliğe sahiptir.Behlûl'e ilgi duymaktadır. Annesinin ölümü onu derinden etkilemiştir. Behlûl: Adnan Bey'in yeğenidir. Kadınlara karşı özel bir ilgisi vardır. Bu onda bir zaafiyet haline gelmiştir. 
·        KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitaptaki olaylar belirli ve düzgün bir sıra izlediği için okuyucuda bir heyecan uyandırıyor ve kitaba bir sürükleyicilik kazandırıyor. Kitapta kişilerin ruhi ve psikolojik tasvirlerine yer verilmiştir. Ancak kitabın dilinde düzeltme olması itibariyle yalın ve sade bir hale getirilmiştir. Fazla yabancı kelimelere yer verilmemiştir. Kitap yazıldığı dönemin insan ve aile ilişkilerini aynen yansıtmaktadır.

·        ROMANIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
HALİD ZİYA UŞAKLIGİL Edebiyatımızın en önemli yazarlarından Halit Ziya Uşaklıgil, 1866 yılında İstanbul'da doğmuştu. Bir süre Fatih Askeri Rüştiyesi'nde okudu. 1896 yılında döndüğü İstanbul'da -dönemin etkin edebiyat hareketi olan- Servet-i Fünun topluluğuna katıldı. Meşrutiyet'in ilanından sonra bir süre Darülfünün'da Batı edebiyatı dersleri veren Uşaklıgil, hükümet tarafından yurtdışı hizmetlere gönderildi. Halit Ziya, 1945 yılında yine İstanbul'da öldü.  Çoğu edebiyat incelemecisi tarafından Türk romanının – gerçek anlamda- miladı kabul edilir Halit Ziya. Onun başyapıtı "Aşk-ı Memnu" ise bugün bile roman tekniği açısından aşılmış değildir. Halit Ziya, 150'den fazla hikaye ile altı romana imza atmış, tiyatro, şiir, hatıra, makale ve çevirileriyle arkasında altmış kadar kitap bırakmıştır. Başlıca eserleri: Mai ve Siyah, Aşka Dair, Bir Ölünün Defteri, Aşk-ı Memnu, Ferdi ve Şürekası ve Hepsinden Acı.
#33
ROMANIN KONUSU  :
Türk istihbaratçıları ve Alman ajanları arasında geçen bir casusluk öyküsü.
ROMANIN ÖZETİ:
            Türk ordusunun gözüpek istihbarat subaylarından Binbaşı Seyfi ile, Alman ajanları arasında İstanbul-Ankara hattında geçen bir casusluk öyküsü bu. Dönemin güçlü devleti Almanya, Türkiye'yi de istila etmek istemektedir. Bu amaçla, aralarında çok güzel bir kadın olan Frolein Hilda'nın da bulunduğu en gözde elemanlarıyla İstanbul'a gelirler. Harekatın başlama parolası "Ankara Ekspresidir.
Seyfi'nin görevi Almanya'nın  faaliyetlerini durdurmaktır. Seyfi ile Frolein Hilda ilk defe Alman hastahanesinde karşılaşırlar. Seyfi hastahanenin bir cephane yeri olduğu haberini doğrulamak  için doğum yapmak üzere olan bir kadınla hastahaneye yerleşmiştir. Hilda ise bir kadın doğum uzmanı olarak hastahanede bulunmaktadır.
            Seyfi normal çevrede  havaalanı yapan bir muteahhit olarak tanınmaktadır ve birçok ingiliz ile de tanışıklığı vardır.Alman ajanlarının başında olan albay Seyfinin bir ajan olduğunu düşünüyor ve düşüncesinin doğrulanması görevini Hilda'ya veriyor.  Albay, Hilda ile Seyfi'yi Ankara Palas Otel'de buluşturuyor. Hilda gördüğü adamın hastahanede ğördüğü kişi olduğunu anlayınca albayın düşüncelerinin doğruluğu ortaya çıkıyor.
            Bu arada almanlar kendi kamplarında  yetiştirdiği askerlerini gizlice Türkiye'ye sokmaya çalışmaktadır. Seyfi bu faaliyetleri engellemek için bir ihbar üzerine Karadeniz'de bir alman şilebini durduruyor ve askerlerin arasında Frolein  Hilada'nın  da olduğunu fark ediyor. Askerleri gemiyle tekrar Almanya'ya gönderiyor fakat Frolein Hilda'yı esir alıyor. Amacı daha önce Almanlar tarafından esir alınan bir ingiliz ajanını kurtarmaktır. İngiliz ajanının karşılığında Hildayı serbest bırakır. Bu arada Hilda Seyfi'ye delice aşık olmuştur.
            Takas bittikten sonra bütün Alman ajanları yakalanır ve Almanya'ya geri gönderilmek üzere bir tren tahsis edilir. Alman albayı işlerinin bozulmasından dolayı Seyfi'ye büyük bir kin beslemektedir. Almanya'ya gönderilmeden önce  Hilda'dan Seyfi'yi öldürmesini ister. Hilda gidecekleri akşam Seyfi'ye kendisini son bir kez görmek istediğini söyler ve Seyfi de bu teklifi kabul eder. Hilda o gece Seyfi'yi öldürmek için eve gider fakat aşkından dolayı onu öldürmeyi birtürlü başaramaz ve Seyfi'den kendisini karılığa kabul etmesini ister. Çünkü geri döndüğünde kendisinin öldürtüleceğinin düşünmektedir.
            Seyfi de Hildanın güzelliğinden etkilenmiş ve ona aşık olmuştur. Hilda'nın teklifini kabul eder ve onunla evlenir..
ROMANDAKİ OLAYLARIN ve ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ            Seyfi cok iyi Almanca bilen kültürlü ,zeki bir türk zabitidir ve çok yakışıklıdır
            Hilda asil bir aileden gelen idealist ülkesine bağlı güzelliği göz kamaştırar bir bayandır
ROMANIN ANA FİKRİ
Türkler'in inatçı, cesur şerefine düşkün bir millet oluşu.
ROMANINHAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
            Kitap, tasvirlerle süslenmiş olay örgüleri çok iyi düzenlenmiş ve aynı zamanda ilk casusluk romanı olmasından dolayı herkes tarafından zevkle onunacak bir kitap..
YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:
ESAT MAHMUT KARAKURTEsat Mahmut Karakurt, birbiri ardına yazdığı aşk ve macera konulu romanlarıyla, yaşadığı dönemin en çok okunan yazarlarından biriydi. 1902 İstanbul doğumlu yazarın, iyi bir eğitim aldığını görüyoruz. 1924 yılında Diş Hekimliği Okulunu, 1930 yılında ise Hukuk Fakültesini bitiren yazar, gazetecilik, öğretmenlik, milletvekilliği ve senatörlük görevlerinde bulunduktan sonra, 1977 yılında bir beyin kanaması sonucunda aramızdan ayrıldı.
            Esat Mahmut Karakurt'un yazdığı yıllarda, romancılığımızın birkaç koldan ilerlediği görülür. Bir yanda milli edebiyat akımı temsilcilerinin, bir yanda toplumcu çizgideki yazarların ve son olarak aşk/macera temalarını işleyen romancılarımızın ard arda eserler verdiği bu dönemde, onun tercihi, cumhuriyet ideolojisine uygun aşk ve macera öyküleri yazmak olmuştu. Tam anlamıyla ilk Türk casusluk romanı olan  "ANKARA EKSPRESİ"   ni de o  yazmıştır.
  ESAT MAHMUT KARAKURT'un YAYINLANMIŞ KİTAPLARI:
VAHŞİ BİR KIZ SEVDİM 1926
ÇÖLDE BİR İSTANBUL KIZI 1926
DAĞLARI BEKLEYEN KIZ 1936ALLAHAISMARLADIK 1936
ÖLÜNCEYE KADAR 1937
SON GECE 1938
KADIN SEVERSE 1939
İLK VE SON 1940
KOCAMI ALDATACAĞIM 1940
SOKAKTAN GELEN KADIN 1945
ANKARA EKSPRESİ 1946
BİR KADIN KAYBOLDU 1948
ÖMRÜMÜN SON GECESİ 1950ERİKLER ÇİÇEK AÇTI 1952
SON TREN 1954
KADIN İSTERSE 1960
#34
KİTABIN KONUSU:Çocukluk yıllarında çok acı çekmiş bir çocuğun bu anılarının onu  nasıl etkilediğini ve sonuçlarını anlatır.
KİTABIN ÖZETİ :
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun belki bütün romanlarımın anahtarlarını verdiğim kitabım dediği "Anamın Kitabı"onun en önemli eserlerinden biridir. Eserde, yazar çocukluk anılarından bahsetmekte, bunu yaparken de şuuraltı tekniğinden yararlanmaktadır. İnsanın alınyazısının çocuklukta yazıldığını ve hangi yaşa girerse girsin, şuuraltında daima çocukluk kaldığını savunur.
Yakup Kadri, Aydın ve Manisa'da hüküm sürmüş Karaosmanoğulları sülalesine mensuptur. Yazar altı yaşına kadar babasının Mısır'daki İbrahim Paşa Konağına yerleşmiş ve İkbal Hanımla evlenene kadar burada yaşamıştır. İkbal Hanımla evlendikten sonra Kahire'ye yerleşmiştir. Daha sonra İbrahim Paşanın ölmesi nedeniyle Manisa'ya yerleşmiştir. Eser, hayatının doğrudan doğruya bu bölümleriyle ilgilidir.
Yazar babasını, çevresinde çok saygın bir kişiliğe sahip olmasına rağmen sevmez. Babasının konuşma tarzı, hareketleri, konuşması ve bilhassa annesine karşı olan davranışları yazara çok ilkel gelir. Nitekim babası eve geldiğinde önüne konulan terlikleri giydikten sonra annesini peşinden sürükler, kendisi ile ilgilenilmekte biraz gecikilse evi velveleye vererek huzursuzluk çıkartır.
Yazarda geçmişe daima bir özlem vardır. Lalasıyla Nil boyunca Ehramlara doğru ya da şehrin kalabalık caddelerine doğru yapılan gezintiler, hele babasıyla şehrin hayvanat bahçesi karakterindeki "Özbekiye Bahçesine" yaptığı araba gezintileri onun için tadına varılmaz saatlerdir.
Mısır'daki bu ihtişam dolu çocukluk günlerini, altı yaşında geldiği Manisa'daki sıkıntılı günler takip eder. Burada, okula giderken uyku sersemi kalkışını, eline "Amme Cüzzü" tutuşturularak sokak kapısından dışarı bırakılıverişini, kendisine kahvaltı olarak bir dilim kuru ekmekle bir topak tulum peyniri sunuluşunu hiç unutmaz. Hele okula giderken yolun bozukluğu onun için işkence dolu saatlerdir.
Okul hayatı ise ona göre pek verimsizdir. Okulun doksanlık kapıcısı onu teneffüslerde rahat bırakmaz. Sınıf hocası Mustafa Efendinin daima çatık ve kızgın suratı, okulun müdürü Hüseyin Efendinin şimşir sopası da onu rahatsız etmektedir. Ama yazarı mektepten asıl yıldıran okulun pisliği ve mundarlığıdır. Bu nedenle biraz utangaçlığından, bilhassada bu ağır koku yüzünden annesinin kendisine hazırladığı yemeği bile yemez, arkadaşlarına bırakır.
Mısır dönüşü Karaosmanoğulları sülalesi kendilerine itibar göstermediğinden sıkıntılı günler yaşarlar. Kendilerine babasının arkadaşı Hulusi Bey kucak açar. Onun konağında önce misafir olarak birkaç gün kaldıktan sonra konağın yanındaki küçük evi kiralalar. Bu evde yazarın ilk dikkatini çeken şey, evin arka kısmından kendisine çok yakın görünen Manisa Dağıdır. Dağa baktıkça, dağdaki boz renkli kaya diz çökmüş bir deve gibi, buradaki inde aslan gibi görünür kendisine. O dağdaki tabiat şekillerini iniş, yokuş, yar, oyuk, tepe masallardaki peri padişahının sarayındaki denizlere, kulelere benzer varlıklarmış gibi düşünür. Sürekli olarak bu dağa gitmek ister. Bir gün komşusunun oğlu Cemal ile oraya giderler. Fakat beklediğini bulamaz, hayal kırıklığına uğramıştır.
Çocukluğunda en derin, en ihtiraslı sevgisini tercih ettiği insan Afet Ninesidir. Ninesi, Kadri Beyin küçüğü Nazif Beyi kaybettiğinden bu yana tek sevgisini torunu Yakup Kadiri'ye yöneltmiştir. Ninesi onlarda kaldığı süreçte Yakup Kadri ondan ayrı yatmaz. Hatta ninesi hastalandığında bile ondan ayrılamaz. Hele ninesi kendi evine dönmeye kalsın; evde kıyametleri kopartır, günlerce ağlar, yemekten içmekten kesilir, evdekilere hayatı zehir eder.
Babasının hastalığı da eserde geniş yer alır. Babası hayatının son devresinde kendisini dünyadan iyice çekerek ahirete verir. Seccadesinin başına oturarak saatlerce tespih çeker, on dakikada kılınacak namazları yarım saatte bitirir. Yakup Kadiri'ye Kuran-ı Kerim öğretmeye çalışır. Ama Yakup Kadri bunu hiç beceremez. Yazarı bu derslerden evde bozulan antika saatler kurtarır. Babası günlerce saatleri yapmaya çalışır ama muvaffak olamaz.
Babası ölümüne doğru "Ramazanı Şerif" geliyor diye evin içinde çocukça bir sevinçle dolaşır. Ramazanı mutlaka İstanbul'da geçirmek niyetindedir. Fakat gidecekleri günün arifesinde babası ansızın hastalanarak yatağa düşer. Hastalığı çok ağırdır, çok geçmeden ölür. Yakup Kadiri'yi ölümden ziyade kardeşiyle birlikte komşusunun evinde geçirdikleri ayrılık geceleri etkiler. Babasının cesedi önüne götürüldüğünde diğerleri gibi ağlamak istediği halde ağlayamaz.
Çayırbaşı İlkokulunun, yazarın huyunun değişmesinde büyük rolü vardır. Okuldaki çocuklar öyle yabanidir ki onu okula evin kalfası götürmektedir. Kalfası teneffüslerde bile yanından ayrılmamaktadır. Ancak bu vaziyet yazara ağır gelmektedir. Buradaki çocuklar daima birbirleriyle kavga etmekte, çete savaşları yapmakta ve birbirlerine ağır küfürler savurmaktadırlar. Yine bir gün böyle bir kavga esnasında kalfanın (kendisinden 5 –6 yaş büyük) kavgayı ayırmaması nedeniyle kızarak kalfasına ağza alınmayacak küfürler savurup, yumruklamaya başlar. Bu nedenle kalfası onu bir daha okula götürmeye cesaret edemez. Ancak yazar kendisinden daha büyük birini dövmenin verdiği gururla kendisine olan güveni yerine gelir.
Bu olaydan haberinin olmadığını sandığı annesi ona küser. Bunu bilmeyen Yakup Kadri, annesinin ilgisini çekmek ve annesinin sevgisini tekrar kazanmak için çeşitli muziplikler yapar, kendisini yaralar. En küçük bir olayda bile üzerine titreyen annesi, bu olaylarda yanına bile gitmez. Sonunda yazar, durumu anlayarak bir daha ağzına öyle sözler almayacağına söz vererek annesinden özür diler ve elini öper. İşler yoluna girer.
         KİTABIN ANA FİKRİ:Aile bireyleri, çocukların gelişme döneminde onlara karşı daha sağdulu davranmalı,aile içindeki tutum ve davranışların onları nasıl etkilediğini fark etmelidir. 
   

      KİŞİLERİN VE OLAYLARIN İNCELENMESİ:
      Yazar : Çocukluğunda bir acı çekmiştir. Bundan dolayı sessiz , sakin fazla konuşmayan bir yapıya sahiptir. Duygusaldır. Arkadaşlarıyla fazla konuşmaz.
      Yazarın babası:Çevresi tarafından sevilir.Fakat evde aile bireylerine karşı ilkel davranır. Kılık ve kıyafetine özen gösterir. Eskiye bağlı bir insandır.
      İkbal  Hanım:Yazarın annesidir. Güzel bir kadındır. Fazla konuşmaz. Çevresinde sevilir. Sessiz, sakindir. Olaylara mantığıyla yaklaşır. İnsanları ayırt etmeden  sever.
      Afet nine : Yazarın en sevdiği aile üyasidir. Tatlı  ve şirin bir hanımdır. Yaşlıdır.     Eşini kaybettikten sonra tüm sevgisini torununa verir. Neşeli bir hanımdır.
   
    KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitap yaşanabilecek bir olayı dile için okuması insana hem zevk veriyor hem de insanın çocuk yetiştirirken karşılaşabileceğimiz olayları anlattığından akıcıdır. Dili günümüze göre ağırdır. Olay bağlantıları çok zor yapılır. Okumaya değer bir kitap olduğunu düşünüyorum.

    YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:
    21. Yüzyıl edebiyatının büyük romancısı 27 Mart 1889'da kahire'de doğdu. Kurtuluş savaşı yıllarında  Anadolu'ya geçti. Emekliye ayrılınca  verimli bir yazı hayatında başladı.yazarlığını sürdürürken 13 Aralık 1974'te  Ankara'da öldü. Yazar, eserlerinde  Türk toplumunun, Tanzimattan  Atatürk Türkiye'si dönemi ne kadar olan yaşantısını anlatan hikaye,makale ve romanlar yazmıştır.
   ESERLERİ:
      HİKAYE: Bir serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikayeleri.
      ROMAN: Yaban, Kiralık konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Ankara, Bir Sürgün, Hep O Şarkı.
      ANI : Zoraki Diplomat, Anamın Kitabı, Vatan Yolunda.
      MONOGRAFİ: Atatürk, Ahmet Haşim
#35
Kitap ve Okuma Sanatı / Anahtar - Refik Halit KARAY
11 Ağustos , 2011, 04:34:42
1.KİTABIN KONUSU:
Kitapta Kenan adlı kişinin karısının çantasında bir anahtar bulmasıyla başlayan olaylar ve sonunda bütün şüphelerinin boş bir kuruntu olduğu anlatılmaktadır.
2.KİTABIN ÖZETİ:
Kenan bir gün anahtarını kaybeder ve gururlu bir insan olduğundan bunu kimseye söyleyemez. Habersizce karısının çantasından anahtarı alıp aynısını yaptırır. Daha sonra evin kapısında denediğinde kapı açılmaz. Olaylar böyle başlar. Kenan hem karısı Perihan'a sormaya çekinir hem de kendi kendine devamlı şüpheler üreterek olayı git gide büyütür. Kenan'ın içerisinde bulunduğu bu durum bir hastalıktır. Artık çevresindeki bütün erkeklerden şüphelenmekte, belki de bu anahtar onlardan birinin evini açıyor diye kendini yiyip bitirmektedir. Hatta bu durum karısını takip ettirmeye kadar varır. Bir gün karısının sürekli gittiği bir arkadaşının oturduğu apartmana karısının eski kocası Vecdi'nin taşınmış olduğunu öğrenir. Artık aklında tereddüt kalmamıştır. Oraya gidip anahtarı Vecdi'nin evinde deneyecektir.
           
Apartmana gelir ve merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başlar. Fakat hastalığın verdiği rahatsızlıkla olduğu yere yığılır. Daha sonra kliniğe kaldırılır ve tedavi görür. Kenan'ın teyze oğlu Rüstem Perihan'a herşeyi anlatır. Perihan kocasının böyle düşünmesine çok üzülür. Bütün olan bitenlere bu yeni hayatlarının neden olduğunun farkındadır. Eski yaşamları daha sade, daha güzeldir. Kenan iyileşince anahtarın nereye ait olduğunu sorar. Perihan onu eskiden yaşadıkları sessiz, sakin bir yer olan Osmonti'deki evlerine götürür. Kenan çok şaşırır. Perihan gittiği her yerden bir hatıra almayı adet haline getirdiği ve bu evi de çok sevdiği için oranın anahtarını gizlice saklamıştır. Kenan bunu öğrenince çok utanır. Daha sonra Perihan ve Kenan bu eve taşınırlar. Perihan ayrıca hamiledir ve ikisi mutlu bir şekilde sosyeteden, kumarlı içkili ev partilerinden uzak hayatlarına devam ederler.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:
İnsan sevdiği hele de hayatını bağladığı birinden asla şüphelenmemeli, hatta ona git gide daha da bağlanmalı; onu kaybetmemek için elinden geleni yapmalıdır.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN    DEĞERLENDİRİLMESİ:

Kenan gururlu, kişiliğinden taviz vermek istemeyen birisidir. Perihan, Kenan'ın karısı, nazik ve hoşgörülü ayrıca alımlı bir kadındır. Vecdi, Perihan'ın eski kocası, gece hayatını ve kadınları çok seven birisidir.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSÎ GÖRÜŞLER:
Perihan adlı şahsın eşine göstermiş olduğu hoşgörü, sevgi ve destek gerçekten örnek alınması gereken bir tavırdır. Kenan'ın sergilemiş olduğu davranışlar da aksine kötüdür.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
1888 yılında Beylerbeyi' nde doğan Refik Halid, "Galatasaray Sultanisi" ve "Mekteb-i Hukuk" da okumuştur. Meşrutiyet sırasında gazeteciliğe başlamıştır. "Fecri-Âti" edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. " Kirpi " adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat ve Terakki hükümetince Anadolu'nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya  Savaşı'nın son yılı İstanbul'a dönebilmiştir. Dönüşünde Robert Koleji'nde öğretmenlik, Sabah Gazetesi baş yazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış "Aydede" mizah dergisini de çıkarmıştır. 1938 ' de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetelerdeki günlük yazıları ve yirmi kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür.
           18.7.1965 tarihinde İstanbul' da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı' nın temel taşlarından biri olmuştur.
#36
1.         KİTABIN KONUSU : Bir Anadolu gezisindeki yaşanan olaylar.

2.         KİTABIN ÖZETİ  : Kitap birçok kısa notlardan oluştuğu için içinde birçok olaylar vardır. Bunlardan birkaçını sizlere anlatmak ve özetlemek istiyorum. "Trende" adlı notunda trene bindiği andaki hissettiklerini yazıyor. Trende en büyük zevk vagonda bir yolcunun olmamasıdır. Bu yüzden her duruşta gelen yolcuya ! "Burada biri var. Kantine gitti. Şimdi gelir" diyerek onun gitmesini bekliyordu. Bazen de uğurlamaya gelenleri yanına oturtturmak ve tren hareket edinceye kadar bekleyip daha sonra salıvermektir.

            Yazarın kullandığı en büyük taktik hasta numarasıdır. Yüzüne bir tülbent bağlayıp, parmağıyla gözünün etrafına bir parça sigara külü bulaştırıvermiş. Daha olmazsa "vallahi bilmem birader, bizim dayı yılancıktan öldü. Bize de mi geçti nedir ?" diye konuşuverir. Herifi koydunsa bul....

            Şoför notunda da kamyoncunun bir yol boyunca karşılaştığı tuhaf olayları anlatmaktadır. Yazarın en ilgisini çektiği olay yolda süregelen tel olayıdır. Her arabada tel vardır fakat yolda aracı bozulduğunda araç durup beklerken, yayına gelen kamyoncu ona tereddüt etmeden telini verir. Az ileride kendi aracıda bozulduğunda teli verdiğine pişman olur. Yazarın titiz ve seçici olması yazdığı notlardan da belli oluyor. Yatak çarşafları adlı notunda yazar, yatak çarşaflarına dikkat ediyor. Hiçbir zaman kendi gözüyle görmediği çarşaf değişimi için görevliye başvurur ve bizzat değiştirir. Ama bu onun için yine yeterli değildir. İçinde "ya diğer yataktan çıkartıp getirmişse" diye bir ukte kalmıştır.

            Su onun için en önemli varlıktır. Yanında ihtiyatte mutlak bir su bulunmaktadır. Su bulunmazsa gidip maden suyu alıp onunla idare edermiş.

            "Yolda Hastalık" notunda ise, geçirdiği hastalığı kendi kendine geçirmeye çalışıyor. Bilgili olmasına rağmen rezil olmamak için otele çekilip terlemek suretiyle hastalığından kurtulmaya çalışmaktadır.

            Tulüyat Tiyatrolarda yazarın kitabında 3 bölümde yer almaktadır. Onun için tiyatronun kültür ve gelişme bakımından önemi büyüktür. Fakat, köylere gelen tiyatrocular ve özellikle bayanların giyiniş tarzı köylü erkekleri kışkırtıyor ve köyle fitne yarattığı için genellikle tiyatrocular kovuluyordu. Onun için otelde yalnız olarak yatmak huzur ve güvence vermektedir. Fakat, son anda gelen davetsiz misafir onun rahatını bozar ve hiç tanımadığı kişiyle yatmanın verdiği tedirginlik onu rahatsız etmektedir.
            Fare adlı notunda da paranın ne denli önemli olduğunu ve onun için şantaj bile yapıldığını belirtmektedir.

            Son notu olan "Bir dost Tenkidine Cevap" adlı notunda da dostunun birinci kitaptaki eleştirilerine cevap veriyorlardı. Dostu, ona bu hatıra türü notlarını roman metoduna kaçmış olduğunu belirtmiştir.

3.         KİTABIN ANA FİKRİ          : Kısa olaylardan oluşan bu kitap ; Anadolu güzellilerini, yöre halkının yaşam tarzlarını anlatmakta ve "Çok gezen çok bilir" atasözünü doğrulamaktadır.

4.         KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ   : Kitaptaki olaylar, gerçekçi ve mantiki bir tarzdadır. Olaylarda savunulan bir taraf yoktur.

            Yazar olayları kendi çıkarları doğrultusunda yazmış ve kimi zaman kendinin olaylarını, hastalıklarını ön planda tutmuş ve tasvirden kaçınmıştır. Roman tarzı yazmasını da kısa notlarda açıkça belli eder.

            Köylüler, uyanık ve akıllı olduklarını tasvir etmiş ve göründüğü olmalarına rağmen bir takım hırslar-para gibi –onların şantaj yapmaya kadar götürmüştür.

            Kamyoncular, birlik ve beraberliğe düşkün insanlar olarak tanınmış ve kendi eksikliğini düşünmeden ve görmeden başkalarına yardım etmeyi kendilerine bir borç bilmiştir.

            Ayrıyeten birtakım kişilerin hala hurafelerden kurtulamadığı ve bu inançlarına devam ettiklerini görmekteyiz.

5.         KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER : İki kitaptan oluşan Anadolu Notları, notlarda ve anılardan oluştuğu için oldukça zevkli ve sürükleyici bir anlatım içermektedir. Arkadaşlarımın da zevkle okuyabileceği bir kitap olup, herkese tavsiye ediyorum.

6.         KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ    :
           
Reşat Nuri GÜNTEKİN[/url] : (1889-1956) İstanbul da doğmuş Edebiyat[/url] Fakültesini bitirmiş Liselerde öğretmenlik ve müdürlükler, Milli Eğitim Müfttişliği ve Paris Kültür Ataşeliği yapmıştır.

Reşat Nuri GÜNTEKİN[/url]İN ESERLERİ :

1.         
Çalıkuşu[/url]                                           Gökyüzü
2.         
Dudaktan Kalbe[/url]                               Değirmen
3.         Akşam Güneşi                                 Yeşil Gece
4.         Acımak                                              Olağan İşler
5.         Damga                                              Gizli El
6.         Kızılcık Dalları                                   Harabelerin Çiçeği
7.         Eski Hastalık                                    Sönmemiş Yıldızlar
8.         Makineler Tekkesi                           Tanrı Misafiri
9.         Yaprak Dökümü                               Kan Davası
10.      Ateş Gecesi                                     Kavaklı Yeller
11.      Bir Kadın Düşman                           Leyla ile Mecnun
                                                                       Son Sığınak

PİYESLERİ              :

Hançer                                   Balıkesir Muhasebesi
Hülleci                                    Tanrı Dağı Ziyafeti
Çalıkuşu[/url] (N.Cumalı) Eski Şarkı
Bir Köy Öğretmeni               Yaprak Dökümü
#37
1. ROMANIN KONUSU
           O zamanların ünlü bir muharirinin  başından geçen olayları anlatmaktadır.
2. ROMANIN ÖZETİ:
Macit isimli bir muhariri bir gün kitap yazarken bir bayan arar.Bu bayan Macit'e kocasının onu aldattığını ve o da aynı şekilde kocasını aldatmak istediğini söyler.Bu aldatma işini de onunla icra etmek istediğini ifade eder.Macit ilk önce bunun bir oyun olduğunu ve bu bayanın onunla dalga geçtiğini zanneder.Fakat kadının konuşmasıyla onun ciddi olduğunu anlar ve kadının teklifini kabul eder.Kadın onu emin olduktan sonra tekrar arayacağını söyleyip telefonu kapatır.Bu görüşmeden sonra Macit'in içine kurt düşer.Bu ona hazırlanmış bir tuzak olduğu hakkında şüpheye düşer.Bir sonraki gün o kadın tekrar arar ve Macit'e hemen gelmesini söyler.Macit hemen bir taksiye atlar ve kadını evine gider.O akşam Macit Mualla'la birlikte olur.Sabah olduğunda Mualla Macit'e hemen evden gitmesini ,içinde kötü bir his olduğunu söyler.Bu olaydan bir iki dakika sonra Mualla'nın kocası yanında iki polisle eve gelir.Macit'le karısını yatak odasında yakalar.Macit çok kötü bir durumda olduğunu ve bütün hayatının bittiğini düşünür.Tam bu sırada Mualla'nın kocası Macit'i odaya çağırır.Burada adam ona işlediği suçun cezasını okur ve bir kurtuluşu olduğunu söyler.Bu kurtuluşun onun rızasını alırsa olabileceğini söyler ve bir miktar para istediğini söyler.Bunun üzerine Macit çok sinirlenir ama parayı verir, dolayısıyla bu işten yakasını kurtarır. Bu olaydan birkaç gün sonra Mualla Macit'in parasını geri getirir.O günün akşamı kocasını öldürür. Macit bu olayı gazeteden öğrenir,Mualla yargılanırken şöhretini kaybetme pahasına mahkeme salonuna gider.Doğruyu söyleyerek Mualla'nın beş seneyle kurtulmasını sağlar.Bu beş sene boyunca Mualla'nın iyi geçinmesi için hapisaneye her ay para yollar.Macit,Mualla'ya hapisaneden çıktıktan sonra ona evlenme teklif eder ve  evlenirler.   
3. ROMANIN ANA FİKRİ
        Zararın neresinden dönersek kardır.
4. ROMANDAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
        Macit zeki ve başarılı fakat kendini çabuk kaptıran birisidir.Mualla,kendini kocasına köle etmiş , ahlaksız bir kadındır.Mualla'nın kocası,tamamen ahlak kurallarından yoksun birisidir
5. ROMAN HAKKINDA ŞAHSÎ GÖRÜŞLER:
Kısa olduğu için hemen bitebilecek bir kitap.Fakat edebi yönü çok iyi değil.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
          Esat Mahmut Karakurt, birbiri ardına yazdığı aşk ve macera konulu romanlarıyla, yaşadığı dönemin en çok okunan yazarlarından biriydi. 1902 İstanbul doğumlu yazarın, iyi bir eğitim aldığını görüyoruz. 1924 yılında Diş Hekimliği Okulunu, 1930 yılında ise Hukuk Fakültesini bitiren yazar, gazetecilik, öğretmenlik, milletvekilliği ve senatörlük görevlerinde bulunduktan sonra, 1977 yılında bir beyin kanaması sonucunda aramızdan ayrıldı.
#38
ROMANIN ÖZETİ:
Necati küçük yaşta annesini ve babasını kaybedene kadar ailesiyle birlikte Büyükada'da yaşar. Amcası onu İstanbul'a yanına alır ve büyütür. Amcasının iki kızı vardır. Necati orta okulu bitirdikten sonra askeri okula girer. Buradan mezun olduktan sonra amcasının yardımıyla Fransa'ya askeri akademiye girer. Fransa'da gönlünü epeyce eğlendirir. Buradan mezun olduktan sonra İstanbul'a döner. İstanbul'dan Şam'a tayini çıkar. Şam'da sıkıcı iki yıl geçirdikten sonra Bulgaristan'a tayini çıkar. Bu göreve gitmeden önce bir aylığına izin alır. Amcasının yanına gider. Burada amcasının büyük kızı, kocası ile sorunları yüzünden kendisini vurur ve felç olur. Kızıyla birlikte babasının yanına taşınırlar. Bu tatil sırasında Necati gönlünü komşu kızı Zehra'ya kaptırır ve kendisini beklemesini söyler.Necati Bulgaristan'a giderken bir Türk çetesi treni durdurur. Necati'nin subay olduğunu anlarlar ve çeteye dahil ederler. Bu Türk çetesi Rum çeteleri ile çatışmalara girerler. Bir çatışmada Necati ağır yaralanır ve yolunu kaybeder. Dört gün gibi bir süre terk edimiş değirmende kalır. Birisi onu bu yerde bulur ve bir hastahaneye götürür. Değirmende kalırken çok kan kaybeder ve yarası mikrop kapar. Doktorlar, Necati'ye bundan sonraki yaşamında heyecan yaşamamasını, eğer çok heyecanlanırsa öleceğini söyler. İyileştikten sonra hastahaneden ayrılır ve İstanbul'a amcasının yanına döner. İstanbul'a gidince durumu Zehra'ya açıklar ve ondan ayrılır. Necati'nin amcası görev sırasında ölmüştür ve yeni haberi olur. Nilgün, Necati ile ilgilenir ve ona bakar. Bir süre sonra Nilgün, Necati ile evlenir. Hastalığından dolayı düzenli bir hayat sürmek için babasından miras kalan Büyükada'daki çiftliğe yerleşir. Bir süre sonra Leyla çifliğe ziyarete gelir. Leyla büyümüş ve genç bir kız olmuştur. Necati ve Leyla çiftlikte gezerler, ata binerler, beraber dolaşırlar. Bu sırada birbirlerine bağlanırlar. Ve bir gün baloda Leyla ile dans ederken aşırı heyecanlanır ve ölür.
ROMANIN ANA DÜŞÜNCESİ:
Hayat herzaman umduğumuz gibi gitmeyebilir, fakat değişikliklere kendimizi hazırlamalıyız.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:NECATİ; gençliğini dolu dolu yaşamış, istegiği herşeyi yapmıştır. Geçirdiği hastalıktan dolayı eski hareketliliği kalmamıştır.LEYLA; sevecen, çok güzel bir kızdır. Gönlünü genç yaşta Necati'ye kaptırır.NİLGÜN; yardımsever ve iyi kalpli bir kızdır. Necati'ye çoçukluğundan beri aşıktır, fakat bunu söyliyemez.
ROMAN HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:Olaylar başlangışta akıcıdır, fakat sonlara doğru okuyucuyu fazla etkileyememiştir. Eserde yabancı tamlamalar kullanılmasına rağmaen, anlaşılır bir dille yazılmıştır.
ROMANIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi' ni bitirdi (1912). Bursa' da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra' da öldü. İstanbul' da Karacaahmet Mezarlığı'nda gömülü.
ROMANLARI;Gizli El(1922),Çalıkuşu(1922),Damga(1924),DudaktanKalbe( 1925),Akşam Güneşi (1926),Bir Kadın Düşmanı (1927),Yeşil Gece (1928),Acımak (1928),Yaprak Dökümü (1930),Kızılcık Dalları (1932),Gökyüzü (1935),Eski Hastalık (1938),AteşGecesi (1942),Değirmen (1944),Miskinler Tekkesi (1946),HarabelerinÇiçeği (1953),Kavak Yelleri (1950),Son Sığınak (1961),KanDavası (1955).
HİKAYE KİTAPLARI;Tanrı Misafiri (1927),Sönmüş Yıldızlar (1927),Leyla ile Mecnun (1928),Olağan İşler (1930).
#39
1-KİTABIN KISA ÖZETİ:
                  Kitap kısa kısa hikyelerden oluşmuştur.kitabın birinci hikayesi ise kıtabın ismi olan "AGO PAŞA'NIN HATIRATI"dır.
                  Ago Paşa,herkesin isminden dolayı yanıldığı gibi bir insan değil aksine bir papağandır.Zamanında bir kuşçu dükkanında eğitilmiştir.Orada  sahibi tarafından konuşmayı öğrenmiştir.
                   Ago Paşa'nın sahibi ona o zamanda neler yasak değilse onu öğretirdi ve o da bunu söylerdi.İnsanlar da onu merakla dinlerlerdi.Ama herşeyin bir sonu vardır.Ve kuş bunu anlayamaz.Bu sefer yine aynı şeyi söylemesine rağmen bu yasaklanmştır.Bunun üzerine bu sefer sahabi polislerle uğraşmak zorunda kalır.O zaman sahibi onu tavan arasına saklar.Olaylar geçtiğinde de ona bu sefer ne söylemesi gerekiyorsa onu öğretirdi.
                    Ona ilk önce "yaşasın padişahımız" öğretilmişti.Bu yasaklanana kadar sahibi ve o mükemmel bir hayat sürmüşlerdi.Ama bu cümle de yasaklandığında yine büyük bir tehlike yaşamışlardı.Daha sonra "yaşasın hürriyet"öğretilmişti.Yine ilk önceleri herkes şaşırmış,kuşun söylediklerine şaşıyordu.Sonra bu cümle yüzünden bu sefer "ittihat ve terakki cemiyeti"ne girmişlerdi.Orada "yaşasın ittihat ve terakki" diyerek yüzlerce kişiyi başına topluyor ve onların verdiği şeyleri yiyordu.Gün geçti bu da yasaklanmıştı.Bu sefer "yaşasın şeriat" öğretilmişti.Görenler bu kuşun kendi dillerine uygun olduğunu düşünerek yine ona yiyecekler veriyorlardı.Sonra bu da yasaklanınca "yaşasın Mahmut Şefket Paşa" öğretilmiş ve bunu haykırıyordu.Bu yüzden Hareket Ordusu erkanından birine satılmıştı.İlk önceleri orada da rahat içindeydi.Bir gramofondan:
      Kimdir onlar?Kimdir onlar?
      Hareket Ordusu!
öğrenmişti.Daha sonra sokaktan geçen bir lahana turşucusunun taklidini yaparak bunu
       Kimdir onlar?Kimdir onlar?
       Hareket Ordusu!
       Lahana turşusu!
çevirmişti.Sonra bunu dedi diye onu oradan atmışlardı.
                  Bu böyle devam etmişti.Ago Paşa öğrendikleri yüzünden ne acıklar çekmiş ve neler neler ile ödüllendirilmişti.En sonunda yeni bir cümle öğrenmişti.Bu "yaşasın Kuvayı Milliye"idi.Daha sonra bu da yasaklandı.Artık bunlardan iyice sıkılmıştı.Çünkü ne öğrettiyseler önce onu rahat ettiriyor sonra cezalanmasına neden oluyordu.
2-KİTABIN KONUSU:Bir papağanın öğrendiklerinin başına neler getirdikleri
3-KİTABIN ANAFİKRİ:Herşeyi sadece zamanına göre değil biraz da ileri düşünerek yaşamalıyız.
4-OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
    Ago Paşa:Öğrendikleri yüzünden başına gelmeyen kalmamış olan bir papağan.
5-KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:Kitap, zamanında nelerin olup bittiğini anlatan güzel bir kitaptır.
6-YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:

REFİK HALİT KARAY

1888′de İstanbul'da doğdu. 18 Temmuz 1965′te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Vezneciler'de Şemsü'l-Maarif ve Göztepe'de Taş Mektep'te öğrenim gördü. Özel ders aldı. Galatasaray Lisesi ve Hukuk Mektebi'ni yarıda bıraktı. Maliye Merkez Kalemi'ne katip olarak girdi. 1908′de Servet-i Fünun'da ve Tercüman-ı Hakikat'te çalışmaya başladı. Son Havadis adıyla bir gazete kurdu, 15 sayı yayımladı. Fecr-i Ati Topluluğu'na katıldı. Kalem adındaki mizah dergisinde de "Kirpi" takma ismiyle (müstear) siyasi mizah yazıları yazdı. Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesinden sonra Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik'te sürgün hayatı yaşadı. 1918′de İstanbul'a döndü. Robert Kolej'de Türkçe öğretmenliği yaptı. Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleleri yayımlandı. Damat Ferit Paşa'nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katıldı. Posta ve Telgraf Umum Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir'in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükumetini tuttu. İstanbul'un düşman işgalinden kurtarılışının ardından 1922′de Beyrut'a kaçtı. 1938′de affın çıkmasından sonra yurda döndü. Ölünceye dek yazılarını sürdürdü.
#40
Kitap ve Okuma Sanatı / Adı Aylin - Ayşe KULiN
11 Ağustos , 2011, 04:30:18
1.KİTABIN KONUSU : Bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL 'in fırtınalı yaşamının öyküsüdür.

2.KİTABIN ÖZETİ :
Lise yıllarında uzun boylu ve sıka bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiş ve bir gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris'te bir otelde buluşurlar otelde prens olduğu söylenen bir Arap'la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir Prenses olur. Ancak her şey düşündüğü gibi gitmez Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için batı kültürü ile yetişen Aylin'e ters gelmekte zamanla Aylin'in özgürlüğü kısıtlanmaktaydı evliliğe başladığı gibi sakin değil büyük bir kaçışla son buldu; yaz sonunda Aylin, ablası Nilüferle Cenevre ye gider. Yaşamanın ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesine kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yaparak, ihtişamlı hayatından sıyrılarak sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalıştı daha sonra fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlendi. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin'in dış görüntüsünde olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir. Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecekti. Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus'taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif aldı. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center'dan teklif aldı ; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık bitiyor müşterek hayatları bir yol ayrımına giriyordu. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kaldı sadece.
Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başladı. New Rachel'de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim'in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep TARZI çıktı. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştu. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirdi. Bütün vakitlerini beraber geçiriyorlardı. Paswak bu yüzden önce Wall Dame'nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştı.
Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başladı; ya sevdiği adamı peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktı. Tam meslek uğruna değmez derken Hastanede Psikiyatri bölümü şefliğine terfi etti. Sonunda Aylin'in sağduyusu aşkına galip geldi. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynadı sonra toparlandı ve işinin başına döndü. Arkadaşı Azim'in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel RAMODİSLİ ile tanıştı. Michel'i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel'in evinde attılar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başladı. Aylin'in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyledi fakat Aylin bunu bile sorun etmedi dinini değiştirmeyi göze aldı. Aylin'e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçma idi ona göre insan, insan olduğu için çok değerli idi onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemezdi Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecekti.
Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdi işyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçiyordu belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin'i çok sıkmıştı gün geçtikçe birbirlerinden kopuyorlardı ve bir gün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini bunu sonucunda diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanacaklardı. Fakat düşünülen olmadı Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanıştı ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirdi. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindeydi. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmedi her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerledi fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmedi. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez savaşında ruf sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşündü bu nedenle Oklahoma'ya körfez savaşında zarar görmüş askerleri tedaviye gitti.
Aylin Üniformasını ilk kez 1992'nin soğuk bir Ocak gününde giydi. 9 Kasım 1992'de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası aldı. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam ediyor, hastalarına çare bulmaya çalışıyordu bir gün kendisine yeni bir hasta verildi bu kez hasta körfez savaşından sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordu. Bunun sonucunda hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmişti.
Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptadı ve bu sonucu tez bir halde askeri yetkililere bildirdi. Aylin'in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin'in bu olayın üstüne gitmemesini istediler ve onu uyardılar Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrıldı.
Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulundu. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapattılar teşhis ise "Freak Accident" yani Garip bir kaza idi.
"... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut duruyordu uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini alıyorlardı. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlıyordu ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırıyordu. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıydı.

3.KİTABIN ANA FİKRİ: Bir insanın azimle çalışınca başaramayacağı hiçbir şey yoktur.

4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Aylin,genç,güzel,çalışkan ve azimli bir Türk kızı.Hedeflerine ulaşmak için her türlü fedakarlığı göze alıyor.
Michel,yakışıklı,dürüst aynı zamanda da Aylin'in meslaktaşıdır.Aylin ile evlenir.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Yazar, Aylin'in başarılarla dolu hayatını oldukça açık bir dille ve gayet akıcı bir üslupla anlatmıştır.Okunmaya değer bir kitaptır.

6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ :
AYŞE KULİNArnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi. Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı. Uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı. Öykülerden oluşan ilk kitabı Güneşe Dön Yüzünü 1984 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki "Gülizar" adlı öyküyü, Kırık Bebek adı ile senaryolaştırıldı ve bu sinema filmi 1986 yılının Kültür Bakanlığı Ödülü'nü kazandı. 1986'da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği'nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü'nü kazandı. 1996 yılında Münir Nureddin Selçuk'un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayınlandı. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adıl öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü'nü, bir yıl sonra aynı adı taşıyan kitabı Sait Fait Hikâye Armağa'nı kazandı. 1997'de yayınlanan Adı Aylin[/u][/color] adlı biyografik romanı ile, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi. 1998 yılında Geniş Zamanlar adlı öykü kitabı, 1999'da İletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan Sevdalinka ve 2000'de yine bir biyografik  roman olan Füreya yayınlandı.
KİTAPLARI;Güneşe Dön Yüzünü (1984)Bir Tatlı Huzur (1996)Adı; Aylin (1997)Geniş Zamanlar (1998)Sevdalinka (1999)Füreya (2000)